Aramızdan ayrıldıktan sonra da Doğan Katırcıoğlu ağabeyim edebi kişiliğini, insani vasıflarını anlatmaya çalıştım. Son kitabı "Aşka Veda"dan söz etmek istiyorum.
Altı aylık çocuklar da çizgi film kolik oldu. Anneleri bir çizgi film kanalının karşısında yatırıyorlar, pışpışlamaktan kurtuluyorlar. Masalın "m"si kalmadı, nenninin "n"si. Çocuklara masal anlatacak nineler yok gayri. Gençlere aşk hikâyelerinin en duygulusunu anlatacak ak saçlı dedeler. Eğer olsaydı, onca güzel tekerlemenin ardından: "Ey ehli safa ve yâranı vefa; bizim ne padişah gibi fermanımız, ne lokman gibi dermanımız var, sazdan, sözden alana, aktan karadan anlayana Kerem ile Aslı derler bir hikâyemiz var.." diyeceklerdi. Ya da: "Raviyan-ı ahbar ve nakilânı asâr şöyle rivayet eder ki, o iller bizim iller, orada söylenen diller bizim dillerken" diye başlayıp, şimdi gerilerde kalmış bir yörenin hikâyesini anlatacaklardı.
O iller bizim illerken, orada söylenen diller bizim dillerken...
"Polis-Adliye muhabirlerinin duayeni on dokuz ödüllü, başı dik, ödünsüz yarım asırlık gazeteci" Doğan Katırcıoğlu, Babıâli gazetelerin vücut bulduğu yerken, burada çıkan gazeteler halkın gazeteleriyken dağarcığına attığı olayların öykülerinden bir güldeste yapmış ve "Aşka Veda" adıyla yayınlamış. Daha önce yayınlanan "Olur Böyle Vakalar", "Ayıp Sokağında Aşk" ve "Her Mevsim Kadın" adlı kitaplarında olduğu gibi.
Gazeteler okuyucun gazeteleriyken, onlarda; sayıları yüzü geçmeyen, silikon uygarlığının ürünü mankeni, hopçusu, popcusu, topçusu, kapçısının değil, okuyucunun haberleri yer alırdı. O okuyucu halkın her kesimiydi. Haberlerde, röportajlarda, tefrikalarda, fıkralarda, karikatürlerde halk vardı.
Her hangi bir olay birkaç satırla geçiştirilmez, izlenir, olayın önünü, arkasını açacak öyle röportajlar yapılırdı ki, okuyan kendisinden, sokağından, mahallesinden, tanıdıklarından bir şeyler bulur, kimi zaman gözyaşlarıyla, kimi zaman derin derin düşüncelerle, kimi zaman katıla katıla gülerek bir pay çıkarırdı. Her romancı, her öykücü, her şair röportajcı olamazdı. Röportaj, ustalık isterdi, incelik isterdi. Herkesin okuyabileceği, tatlı mı tatlı, hafif mi hafif, sular gibi akan, ama dokunduğunu da yakan bir anlatım isterdi.
"Aşka Veda"nın kapağında yukarıya alıntısı yaptığım "Polis-Adliye muhabirlerinin duayeni" sıfatı kullanılmış. Yeterli değil. Doğan Katırcıoğlu için röportajcıların da duayeni, aksakalı demek doğru olur.
Doğan Katırcıoğlu diyor ki:
"İnsanlar var; sadece sıfatları insan. İnsanlar var; her biri gerçekten insan gibi insan. İnsanlar var; üzeri tozlanmış pırlanta gibi, dünyanın merkezi olması gereken. İnsanlar var; "Tanrı benim" deyip de kumdan kaleler gibi bir darbede yıkılıveren. İnsanlar var; karıncaya bile saygı gösterip de en amansız darbelere karşı direnen. Yiğit mi yiğit, kahpe mi kahpe; alim mi alim, cahil mi cahil; zalim mi zalim, sevecen mi sevecen; varlıklı mı varlıklı, zavallı mı zavallı, gariban. İşte bu kitapta bunların öykülerini bulacaksınız."
Hâsılı Doğan Katırcıoğlu, yurdumdan insan manzaraları çiziyor ve onların sıradan gibi görülen öykülerini onların diliyle, onların edebiyle, onların argosuyla, hiç bir bedene test etki ve tepki vermeyen dozdaki anlatımıyla öyküleştiriyor. Bu sıradan öykülerin her birinin altında bir toplum gerçeği, mizah ambalajı içinde size sunuluyor: "İşte sana bir kaya, nereye istersen oraya daya" der gibi.
Aşka Veda'da adliye koridorlarında her gün yaşanan olaylardan kırk dördünün öyküsü var. Bu öykülerin her birinde, çok uzak değil yakın zamanımızın ve günümüzün sosyo-ekonomisinin, toplumsal yaşantımızdaki izlerini bulabiliyoruz. Öyküler bizi güldürüyor. Güldürürken düşündürüyor. Düşündürürken yüzümüzün rengini değiştiriyor. Bir bakıyoruz ki, mizahın bir okundan biz de payımızı almışız. Kimimize sert çarpmış, kimimize hafif hafif dokunuvermiş, yergi olmuş yere vurmuş. Hâkiminden, savcısına, avukatından doktoruna gazetecisinden öğretmenine kadar her aydına uygun bir iğne, ustura gibi keskin bir nükte bulmak mümkün.
Aşka Veda'nın sonunda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Esra Arlı'nın bir söyleşisi yer alıyor. Bu söyleşide dünün ve bugünün gazeteciliğini kıyaslayan Katırcıoğlu şöyle demiş:
"O zaman gazetecilik vardı. Gazete halkın gazetesiydi. Bu gün medya var. Medya patronlarının gazeteleri... Bizim dönemimizde gazete patronları da gazeteciydi. Gazeteci olarak doğmuşlardı. ..."
Her şeye karşın, Aşka Veda'yı görsel basınımızın görmesi gerekir; görmeleri ve orada anlatılanları göstermeleri için. Genç meslektaşlarımızın okuması gerekir; olaylar karşısında değişik bakış açıları yakalamaları için. Ve herkesin okuması gerekir ki içinden bir pay çıkarabilmeleri için.