Savaş, yalnız cephelerde, süngü süngüye, kılıç kılıca, tüfek tüfeğe, bomba ile, füze ile kellerden kuleler yaparak, kanlardan nehirler akıtarak yapılır sanmayınız. Nihâl Atsız’a göre ulusları savaşa hazır bulunduran iki araç vardır. Biri maddidir ki buna teknik diyoruz, diğeri ruhîdir. Bunun adı “ülkü”dür. Eşit teknik imkânlarla yapılan savaşlarda ülküsü kuvvetli olanlar kazanmıştır. Türk ülküsü için hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşenlerdir.
Nihâl Atsız diyor ki:
“..Bir ülkünün çevresinde toplanmak ve onun için ölümü göze alarak savaşmak ne güzel şeydir. İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Millî bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvanlardan ne farkı kalır? Hayvan ölümden ve ıstıraptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkmayan, ıstıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır.”
Şiirin kanatlarında yaptığımız bu yolculukta Büyük Türkçü Hüseyin Nihâl Atsız’ın şiir dünyasına ulaşmak istiyorum.
Hüseyin Nihâl Atsız, romanları, incelemeleri, makaleleri ile olduğu gibi şiirleriyle de edebiyatımıza ve Türklük ülküsüne, davasına hizmet etti. Şiirleri ilk defa 1946 yılında “Yolların Sonu” adlı kitabında toplanmıştı. Yeni şiirlerin eklenmesiyle bu kitap 1963 yılında yeniden düzenlendi.
Ülküsünü şiirleri aracılığı ile anlattı. Gençlere düşüncelerini, öğütlerini şiirleriyle de ulaştırdı.
Nihâl Atsız, çoğunlukla millî veznimiz olan “hece vezni”ni kullandı. Koşma varsağı gibi türlerde şiirler söyledi. Felsefeye yönelen duygulu bazı şiirlerini aruz vezniyle yazdı. Hecenin değişim kalıplarını ve farklı mısra sayılı kıtalar deneyerek şiirini monotonluktan kurtardı.
Atsız’a göre, Türklük ülküsüne bağlanmanın şartı kahramanlıktı. Ülkü konusunu işlerken, kuru ders veren hoca durumunda değildi. Onun için şiirleri didaktik olmaktan çok epiktir:
“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık, saldırıp bir daha dönmemektir.
Sızlarsa da gönüller düşenlerin yasından,
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.....”
Atsızın şiirlerinde epik unsurlarla lirik unsurları aynı anda bulabilirsiniz. Lirizminin kaynağı ülküsüne olan aşkıydı. Kara sevdaya tutulmuş bir âşık gibi veya ilâhi aşka tutulmuş bir mutasavvıf gibi ülküsüne sevdalıydı. Bu yolda yaşadığı yalnızlıklar, çektiği acılar, içine işleyen gurbet ve hasret duyguları lirizmini besleyen unsurlardandı.
Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Başucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vazgeçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum.
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen götür, ben haber salamıyorum.
Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.
Acaba yaşlı mı kara gözlerin?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.
……..
Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmağa yetmiyor Atsız’ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Hâlâ yaşıyorum, ölemiyorum.
Sunduğumuz bu mısralar, Mayıs 1944’te yazılmıştır. 3 Mayıs 1944’te Ankara’da bir gençlik gösterisi gerekçesiyle zindana atılan şairin içli seslenişidir.