Kimi sadelik sever, kimi saraylara sığmaz. Sadeliği ya da şatafatı tercih etmek, yalnızca estetik zevkleri değil, kişinin dünya görüşünü, değer sistemini, psikolojik ihtiyaçlarını ve hatta kimlik inşasını da ele verir. Bu yüzden, sade olanla şatafatlı olan arasında sadece bir estetik fark yoktur; bir yaşam felsefesi farkı vardır.
Bu tercihler, görünenden çok daha derinlerde yatan anlamlar taşır. Biri kendini dış dünyaya göstererek var etmeye çalışır, diğeri kendi içinde sağlam durarak. Biri “bakın buradayım” der, öteki zaten oradadır. Sadelik bir çeşit içerik güvenidir.
Sade insan dış onaydan çok iç huzurunu önemser, öze odaklıdır. “Başkaları ne der” kaygısı çekmez. Geçmiş, an ve gelecek arasında dengeyi sakince kurar. Onun için değer, anlam ve samimiyette gizlidir. Eşyadan ziyade yaşama, ilişkilerinde yüzeyden çok derinliğe önem verirler. Sade insanlar genellikle çevrelerine de huzur veren kişilerdir. İnce estetik bir zevk anlayışları vardır. Gürültüyle değil, ölçülü bir sükûnetle var olmayı seçerler. Sadelik, onların yaşam tarzıyken aynı zamanda diğerlerine de teklif gibidir: “Bak, bu da bir yol” der gibi. Tüketim kültürünün yarattığı, hızlı tüketime, görsel bombardımana, karşı bir duruştur bu.
Şatafat, düşkünleri için başka türlü demeyi beceremediği “ben buradayım” deme biçimidir. Hayatını, başkalarının bakışları için kurgulamakla uğraşırken heba eder. Şatafat çoğu zaman, görünür olma ihtiyacından, dışsal onay arayışından kaynaklanır. Kıyafetten yaşanılan eve, kullanılan markalardan sosyal medya paylaşımlarına kadar birçok unsur, “benim kim olduğumu dışarısı görsün” çabası taşır. Kimlik içerden değil, dışardan inşa edilmeye çalışılır. Şatafat düşkünleri için bu durum, etkileyiciliğin ve gücün göstergesidir.
Şatafat, anlam arayışında yönünü bulamayanın yolunu şaşırmasıdır, boşlukla baş etme aracıdır. İçeriden duyduğu ve beğenmediği iç sesi dışarıda gürültüyle bastırma çabasıdır. Dışı ne kadar parlıyorsa içerisi o kadar karanlık olabilir.
Sadelik, yalnızca bireysel bir tercih değil, kimi zaman siyasete ve devlet yönetimi anlayışına yön verebilir. Bu yönüyle bakıldığında, sade yaşantısıyla hafızalarda yer eden bir liderin hikâyesine kulak vermek gerekir: José Mujica.
13 Mayıs’ta hayatını kaybeden eski Uruguay Devlet Başkanı José Mujica, sade yaşamın dünya çapındaki simgelerinden biriydi. “Dünyanın en yoksul başkanı” olarak anılan Mujica, başkanlık döneminde Montevideo'nun eteklerinde, eşi Lucia ile birlikte mütevazı bir çiftlikte yaşamayı tercih etti. Bu çiftlikte çiçek, özellikle de krizantem yetiştiriciliği yapıyorlardı. Üç ayaklı köpeği Manuela doğayla iç içe gösterişsiz yaşamının sessiz tanığıydı. “Doğaya hayranlığım o kadar büyük ki içten içe onu ilahi bir varlık gibi görüyorum” diyordu.
Mujica, başkanlık sarayında yaşamayı ve devletin sunduğu ayrıcalıkları kullanmayı reddetti. Siyaseti bir güç gösterisi değil, halk için yapılan bir hizmet olarak görüyordu. Maaşının yüzde doksanını yoksul halkı için bağışlıyordu. Ülkesinde yaşanan soğuk hava dalgası sırasında, başkanlık sarayını evsizler için barınak olarak açtı.
1987 model mavi bir Volkswagen Beetle’ı vardı. O dönemde değeri yaklaşık 1.800 dolardı ve kişisel servet beyanında yer alan tek mal varlığıydı. Kasım 2014’te bir Arap şeyhi, bu arabaya 1 milyon dolar teklif etti. Mujica bu teklifi reddetmedi, ama şunu ekledi: “Madem bu kadar kıymetli diyorsunuz, o zaman bir işe yarasın.” Parayı kabul ederse evsizleri barındırmak için kullanacağını söyler.
Mujica’nın son arzusu kendi elleriyle diktiği bir sekoya ağacının altına, köpeği Manuela’nın yanına gömülmek oldu.
Onu anlatan birkaç sözüyle bitirelim:
"Ben 'en yoksul başkan' olarak anılıyorum, ama kendimi yoksul hissetmiyorum. Yoksul olanlar, pahalı bir yaşam tarzını sürdürmek için sürekli çalışan ve hep daha fazlasını isteyenlerdir."
"Yoksul olan, çok şeye ihtiyaç duyan kişidir."
"Sade yaşıyorum. Sadece gerekli olanla. Maddi şeylere bağlı değilim. Neden mi? Daha fazla özgür zamanım olsun diye. Ne için? Sevdiğim şeyleri yapmak için."
"Özgürlük, hayatımızın çoğunu sevdiğimiz şeyleri yaparak geçirebilmemizdir."
"Hayat bir mucizedir. Hiçbir şey hayattan daha değerli değildir."
Evet, bazıları şatafatla, gösterişle görünür olmaya çalışır. Bazıları sadelikle derinleşir. Gün gelir, ışıltılar söner, gürültü diner. Sade, omurgalı bir yaşamın yankısı uzun süre kalır. Mujica’nınki gibi.