“Dünya” sözcüğü, yalnızca bir gezegeni değil, aynı zamanda yüzyıllardır insanın varoluşunu, yaşam alanını, hatta felsefesini anlatan bir kelime.

“Dünya” derken yaşadığımız gezegeni mi, tüm insanlığı, yaşamı ve yeryüzü anlamını mı yoksa geçicilik, fanilik, gelip geçici hayatı mı kastediyoruz? Yerine göre hepsini kullanıyoruz. Dünyanın bin bir türlü hâli var nihayetinde değil mi?

Dünyanın batı dillerindeki karşılığı: İngilizcede Earth kelimesi Germen kökenlidir ve “toprak” anlamına gelir. Latince Terra da aynı şekilde “yer, toprak” anlamındadır.
Bizim “dünya” kelimemiz ise anlam itibarıyla daha çok metafizik bir yük taşır: yalnızca bir gezegen adı değil, “geçici hayat” da demektir.

Batı dilleri “yer”i bir coğrafya terimi olarak adlandırırken, biz “dünya” diyerek ona bir anlam yükleriz. Toprağın, gökyüzünün, hayatın kendisini; gelip geçici bir sahneyi.

Yaşlı gezegenimiz Dünya dönmeye devam ediyor. İçimden “Dünya kendi etrafında dönmeseydi, Güneş’in etrafında dönmeye devam edebilir miydi?” diye sormak geliyor. Devam etse bile hâli nice olurdu? Bu, tam anlamıyla fiziksel olarak doğru olmasa bile dengenin yok olacağı anlamına gelirdi. Gece ve gündüz oluşmazdı, gezegenin bir yüzü sürekli aydınlık, diğer yüzü karanlık kalırdı. Bu durum sıcaklık farklarını uçurum hâline getirir, yaşama elverişli bir iklimi yok ederdi. Ayrıca bu dönme hareketi, Güneş etrafındaki yörünge dengesini de etkilerdi, uzun vadede istikrarsız hâle gelirdi. Çünkü bu iki hareket birbirinden bağımsız değil. Dünyanın varoluş dengesi bu devinimlere bağlı.

***

İnsan hâlimiz de böyle değil mi? Kendi eksenimizde dönemezsek, kendimizi bilmezsek, iç dünyamızla teması bırakırsak, dışarıyla kurduğumuz bağ da savrulmaya başlamaz mı? İç devinimimizle kendi eksenimizde dönebildiğimiz sürece dış dünyada bir yörüngemiz oluyor.
Bir yörüngede kalabilmek için önce kendi ekseninde dönmeyi bilmek gerekiyor.

Evrenin yasaları insana, kendini arayış yolunda sonsuz ipuçları veriyor; “hiç bir varlık, kendi ekseninden kopmuşken bir yörüngeyi sürdüremez,” gibi…

Bir yörüngeyi sürdürebilmek için önce kendi ekseninde dönebilmek gerekir. Kendini duymadan, iç sesine dokunmadan, varoluşunun merkezinde kalmadan dış dünyada tutunamaz insan. Kendi merkezinden kopan kişi, tıpkı ekseni durmuş bir gezegen gibi savrulur; bir tarafı hep karanlıkta, diğer tarafı yakıcı bir güneşin altında kalır.

Bir gezegenin Güneş etrafında dönebilmesi için iç dengesi gerekiyorsa, bir insanın da yaşamla uyum içinde kalabilmesi için iç ritmini koruması gerekir. Eksende dönmek, bir tür içtenliğe dayanır: kendi korkularınla yüzleşmeye, öz disiplinini kurabilmeye, yerine göre yalnızlığını kabullenmeye, bozuk yollara tahammül etmeye ve bozuk yollara rağmen ilerleyebilmeye…

Belki de hayatta öğrenmemiz gereken en temel şey şudur:
“Yörüngede kalmak istiyorsak, önce kendi eksenimizde döneceğiz.”

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı şu dünyada, sıklıkla yalanlar duyarsınız, büyük yalanlar, çarpıtılan gerçekler. Nasıl deniyordu Latincede; “Mundus vult decipi, ergo decipiatur” anlamı; “dünya aldatılmak istiyor, bırak aldatılsın…”

Sen eksenini korumaya ve dönmeye devam et.

***

Bir etkinlik için geçen hafta bir devlet üniversitesinin bahçesindeydim.

Karşımda dev bir Türk Bayrağı var. Bayrağın solunda bir Atatürk afişi, sağında ise Cumhurbaşkanı’nın afişi yer alıyor. Rektör ve fakülte dekanları konuşmalar yapıyorlar. Hava parçalı bulutlu, güneş bir görünüyor bir kayboluyor.

Öğretim üyeleri günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yapıyorlar. Derken hafif bir rüzgâr esiyor, Atatürk’ün afişini tutan ip nasıl oluyorsa kopuveriyor. Afiş birbirine dolanıyor, Atatürk görünmez oluyor. Birileri durumu fark ediyor ve müdahale ediyor. Afişin ipinin yeniden bağlanacağını sanıyorsunuz, bağlanmıyor. Afişin asılı olduğu binanın birinci katının penceresinden posterin alt ucu içeri çekiliyor. Tuhaf bir olay oluyor, tuhaf bir görüntü ve tuhaf bir his böylece oluşuyor.

Sonra, fakültesini temsilen bir öğrenci çıkıyor sahneye. Atatürk gençliği olduklarını, Atatürk’ün izinde olduklarını anlatıyor.

Ben mi?

Parçalı bulutlu gökyüzüne alkışlar yükselirken, afişinin ucundan içeriye çekilmiş Atatürk’e bakıyorum…