Belki biliyorsunuzdur. Diyarbakır’da bir matematik öğretmeni çocuklara bir soru sorar? “Çocuklar üç kasada bu kadar çilek varsa bir kasada ne kadar çilek vardır?” Sınıftaki bütün çocuklar “öğretmenim çilek ne?” diye sorarlar. “Çilek yemediniz mi?” der öğretmen. “Yok, biz hiç çilek görmedik” der çocuklar. Öğretmen Bursa’daki çilek firmalarına yazar. Onlar çilek fideleri gönderirler Diyarbakır’a. Çocuklara çilek nasıl yetiştirilir derste anlatır öğretmen ve der ki “bu sene sınav yok, getirdiğiniz çilek sayısı kadar not vereceğim size.” Çocuklar yıl sonunda ellerinde tabaklar, yetiştirdikleri çilekleri getirirler. “Tadı nasıl?” der öğretmen? “Yiyemedik öğretmenim” derler, not alacaklar çünkü. “Haydi şimdi yiyin bakalım” der öğretmen, hepsi birden yerler çilekleri. Aradan birkaç yıl geçer. Diyarbakır’ın o köyü şu an Diyarbakır’ın içinde çilek satmaktadır. Öğretmenlik böyle bir şey işte. O öğretmen çilekli matematik sorusunu sorduğu gün, “öğretmenim çilek ne?” diye soran çocuklara “çilek bir meyve” deyip geçebilirdi de.
Bir hikâyede Adana’dan: Adana’nın Yüreğir ilçesinde Ali adında bir çocuk yaşar. Anne yok, baba yoktur Ali’de. Mahalleden birisi Ali’ye okula gitmesini söyler. Ali’nin okulun ne olduğundan dahi haberi yoktur. Okul nerede? Adana’da. Adana’ya kadar yürür Ali. O upuzun yolu yürürken üstü başı toz toprak içinde kalır Ali’nin. Ali okulu bulur. Bir sınıfın kapısını çalar. Öğretmen “kimsin” der “ben okula geldim adım Ali” der. Sınıf başlar gülüşmeye. “Geç bakalım Ali, şöyle arkaya otur” der öğretmen. Ali oturur ama bütün sınıf dönüp dönüp Ali’ye bakar. Ali kıpkırmızı kızarır, ara verilince koşarak köye doğru kaçmayı ve bir daha asla okula gelmemeyi düşünür. Öğretmen uzun süre Ali’yle ilgilenmez. Dersini anlatır, en son, Ali gel bakalım tahtaya der. Ali utanarak çıkar tahtaya. Sınıftaki çocukların hepsinden daha büyük, hayatında okula gitmemiş, başı önünde durur tahtada Ali. “Nereden geliyorsun Ali?” Ali köyünün adını söyler. Çocuklara döner der ki öğretmen; “Çocuklar o köy çok uzakta bir köy. Oradan biriniz buraya yürüyerek gelse üstü başı çok kirlenir, toz toprak olur. Bakın Ali ne kadar temiz” der. Oysa Ali’nin üstü başı toz toprak içindedir. “Oradan buraya, bu kadar temiz gelmiş bir çocuğu, bizim temizlik kolu başkanı yapmamız gerekir” der. Ali’ye bir tane temizlik başkanı kollluğu takar. Alinin duruşu değişir. “Bir de alkışlayalım Ali’yi.” Ali biraz daha düzeltir duruşunu. Teneffüste öğretmen alır götürür Ali’yi müdürün yanına. Çocuğun durumunu anlatır. “Velisi ben olacağım” der, kendi sınıfına kaydını yaptırır. Ali hâkimdir şimdi Adana’da. Ali o gün o öğretmenle karşılaşmasaydı, kaçarak köyüne gidecekti belki de bir daha hiç okula dönmemek üzere. (Ahmet Şerif İzgören)
Eğitimde temel etken öğretmenin karakteridir hiçbir müfredat programı veya eğitim sistemi öğretmenin karakteri kadar çocuğu etkileyemez” der, Doğan Cüceloğlu.
İyi öğretmen canlara ilham olur, kötü öğretmense, eğitimdeki hayal kırıklığıdır. Eğitim, çocukların, gençlerin gelişiminde kritik bir rol oynar. Ancak bu sürecin en önemli unsurlarından biri olan öğretmenler, bazen beklenmedik hayal kırıklıkları yaratabilir. Kötü öğretmen kavramı, sadece bilgi yetersizliği ile sınırlı kalmaz; aynı zamanda bir öğrencinin öğrenme isteğini, motivasyonunu ve özsaygısını zedeleyebilir. Kötü öğretmen, genellikle öğrencileriyle sağlıklı bir iletişim kuramayan, derslerini sıkıcı ve ruhsuz bir şekilde işleyen, öğrenme sürecini desteklemek yerine engelleyen bir figür olarak tanımlanır. Bu tür öğretmenler, sınıfta otorite kurmak adına, öğrencilerin yaratıcılığını ve merakını bastırarak, onları sadece ezber yapmaya yönlendirirler. Öğrenciler, böyle bir ortamda kendilerini ifade edemez, fikirlerini paylaşamaz ve dolayısıyla öğrenme süreçlerinden yeterince fayda sağlayamazlar.
Kötü öğretmenlerin etkisi, yalnızca akademik başarıyı etkilemekle kalmaz; aynı zamanda öğrencilerin psikolojik ve duygusal gelişimlerine de zarar verebilir. Bir öğrencinin öğretmeniyle kurduğu ilişki, öğrenme motivasyonunu doğrudan etkiler. Olumsuz bir öğretmen-öğrenci ilişkisi, öğrencinin kendine olan güvenini sarsar. Sınıfta sürekli eleştiriye maruz kalan bir öğrenci, zamanla öğrenme isteğini kaybeder ve bu durum, akademik başarıda gerilemeye yol açar.
Kötü öğretmenlerin varlığının nedenlerine baktığımızda, genellikle sistemsel sorunlar karşımıza çıkar. Eğitim sistemindeki yetersizlikler, öğretmenlerin mesleki gelişim olanaklarının kısıtlı olması, motivasyon eksikliği, kendilerini gerçekleştirememiş olmaları, kendi yaşamlarındaki psikolojik ve duygusal yüklerini halledememiş olmaları, kötü öğretmen profilinin oluşmasında etkili faktörlerdir. Birçok öğretmen, yıllarca süren eğitim süreçlerinin ardından, sınıf ortamında kendilerini ifade edebilmekte zorlanır. Bu durum, öğretmenlerin bilgi ve becerilerini güncelleyememesi, yenilikçi yöntemler geliştirememesi ve dolayısıyla öğrencilerine yeterince katkı sağlayamamaları ile sonuçlanır.
Yine, Doğan Cüceloğlu; “Öğretmenlik yapmakla öğretmen olmak farklıdır, sınıfa girdiği zaman, öğretmenlik yapan, karşısında öğrenci görür ama öğretmen olmuş olan, karşısında canlar görür,” der.
Kötü öğretmenlerin varlığı, sadece öğrenciler için değil, eğitim sisteminin tamamı için, ülke için bir kayıptır. Eğitimde kalitenin artırılması, öğretmenlerin sürekli gelişimlerini desteklemekle başlar. Öğretmenlerin, pedagojik formasyonlarını güçlendirmeleri, etkili iletişim becerileri geliştirmeleri ve öğrenci merkezli bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Eğitim kurumlarının, öğretmenlerin mesleki gelişimlerine önem vermesi, bu sorunun üstesinden gelmek için atılacak önemli adımlardan biridir. Sonuç olarak, kötü öğretmenler, eğitim sisteminin en zayıf halkalarından biridir. Öğrencilerin öğrenme süreçlerini ve kişisel gelişimlerini olumsuz etkileyen bu durum, hem bireyler hem de toplum için büyük bir kayıptır. Eğitimdeki kalitenin artırılması, öğretmenlerin yetkinliğinin ve motivasyonlarının artırılmasıyla mümkündür. Eğitim, bir toplumun geleceğini şekillendiren en önemli unsurdur. Kötü öğretmenler, bu geleceği karartmamak için mücadele edilmesi gereken bir sorundur.
1940’larda Anadolu’da bir köy okulunda yaşanmış, kısacık bir hikâye daha anlatayım. Çoğunun bir silgiyi, kalemi dahi bulamadığı yokluk, yoksulluk içinde çocukların gittiği bir köy okulunda geçiyor olay. Okulda iki öğretmen çalışıyor. Yemek arasında kendi odalarında sucuk pişirip yiyorlar. Sucuğun kokusu yayılıyor okulun her yerine, küçücük bir okuldur nihayetinde. Kız öğrencilerden biri anlatmış bu olayı, yıllar sonra. “O gün öğretmenler, odalarında sucuk yediler. Ben de dışarda sucuğun kokusuyla bir yavan ekmek yedim.”
Burada durayım artık..