Hukuk, karşılıklı hakları ifade eden üst kavramdır, yasa ise bu hakları koruyan ve belirleyen kuralları ifade eder. Ev sahipleri ile kiracılar arasındaki yasal düzenlemeler adil olmadığından bu konuda, ülkede bir kaos yaşanmaktadır.

Ev sahiplerini ve kiracıları kapsayan yasal düzenlemeler, kiracıları korumaya yönelik olunca ülkemizde de son birkaç yıldır bu konuda toplumsal bir huzursuzluk yaşanır oldu. Kiracı ve ev sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan davalara sulh hukuk mahkemeleri yetişemez hale geldi. Balık baştan kokunca, vatandaşın da birbirine düşmesinden kaçınılamadı. Bu konuda, bugüne değin çıkan haberlerde de genel eğilim, ağırlıklı olarak ev sahiplerinin zalimliği, kiracıların mağduriyeti üzerineydi. Duygu sömürüsü memlekette her daim prim yaptığı için, kiracının mağduriyeti haberleri haliyle daha revaçta oldu. Ülkede ev sahibi sayısı, kiracı sayısından çok daha fazla. Bu durumda mağdur ev sahibi sayısının mağdur kiracı sayısından fazla olması da muhtemeldir.

TDK’ya göre asalak; “bir canlıda sürekli veya geçici yaşayarak ona zarar veren başka canlı, parazit, mecazen ise; başkalarının sırtından geçinen (kimse), abacı, ekti, otlakçı, tufeyli,” olarak geçiyor. İşin ucu insan türüne dayandığından her türlü sıfat tamlaması kullanılabilir bu durumda. Asalak kiracı, mağdur kiracı, asalak ev sahibi, mağdur ev sahibi, var mıdır, vardır. Hakkaniyetli ev sahibi ve hakkaniyetli kiracının da var olduğu gibi.

Üçgenin tepesindeki mutlu azınlık dışında, toplumun tamamı yoksullaştı. Gerçeklerimizi inkar etme lüksümüz var mı? Kendimizi nereye kadar kandırırız?

Gerçek, yaşanmış, henüz sonu belli olmayan, bir ev sahibi- kiracı hikâyesi de ben anlatayım size; İstanbul’da Anadolu yakasında, 2 kişilik kiracı bir aile (anne ve ilkokul çağında tek çocuğu) 3+1 çift banyolu, depreme dayanıklı, açık-kapalı otoparklı, her türlü donanımın olduğu güvenli, sıfır bir binada, şık bir dairede kiracı olarak oturmaya başlar. Ev sahibi Avrupa yakasında deprem güvenliği olmayan eski bir binada oturmaktadır ve bu daireyi esasında kendisi oturmak için binbir zorlukla almıştır. Çocuklarının okulu bittiğinde, içinde yaşamayı hayal ettikleri bu daireye taşınmayı planlıyorlar. Bu nedenle de başlangıçta dairelerini kiraya vermek istemezler. Ev bir yıla yakın boş durur. Sonrasında maddi ihtiyaçları nedeniyle, “daha çocuğun okulunun bitmesine üç yıl var, üç yıllığına kiraya verelim de, ek bir gelir olsun” diye düşünürler ve bu iki kişilik aileye kendi niyetlerini de anlatarak evi kiralarlar.  Evi tutan kadın, öğretmen olduğunu, annesinin de emekli öğretmen olduğunu ve birlikte yaşadıklarını ifade eder. Fakat sonradan annesiyle birlikte yaşamadığı da ortaya çıkar. Ev sahibi 2024’ün yaz döneminde başlangıçta konuştukları 3 yıllık sürenin dolacağını, hatırlatmak amacıyla kiracıyla bir görüşme yapar, kiracı;“ böyle bir şey konuştuklarını hatırlamadığını” söyler ve ev sahibinin talep ettiği tahliye taahhütnamesini vermeyi de reddeder. Kiracı kötü niyetini ortaya koymuştur. Ev sahibi de en başında, dairesini kiraya verirken, henüz ortalıkta etrafı kasıp kavuran ekonomik kriz başlamadığından, sonradan başına gelecekleri hesap edememiştir ve bu 3 yıllık süreyi en başında sözleşmeye bağlamayarak büyük saflık yapmıştır. Neyse, ev sahibi hiç istemediği halde dava açmak zorunda kalır. Mahkeme ilk duruşma için 9 ay sonrasına gün verir. Bu mahkeme süreci, kaç yılda biter, bitse nasıl bir kararla sonuçlanır? Bunlar da problemin çok önemli diğer bilinmezleri.

Bugün, o kiracının oturduğu binada güncel kira bedelleri 20 -25 bin TL aralığındaymış. Kiracı bu lüks dairede 5 bin tl kira ödeyerek oturmaya devam ediyormuş. Devletinin kendisine sağladığı haklar sayesinde uzunca bir zaman oturmaya da devam eder orası şüphe götürmez. Bu kiracının bu kira bedellerini karşılamaya maddi gücü yetmiyor, bunu anlayabiliyorum.

Benim havsalamın almadığı şudur; ülkenin diğer vatandaşları gibi siz de yoksullaştınız, eski maddi imkânınıza sahip değilsiniz, bir çocuğunuzla, bahsettiğim özelliklerde bir evde yaşıyorsunuz. Kendi gerçeğinizi her onurlu insanın yapacağı gibi nasıl kabul etmez, kendi ölçülerinize uygun yaşamaya nasıl çalışmazsınız. 1+1, 2+1 tek banyolu bir eve geçmenin yollarını nasıl aramazsınız da artık bedelini ödeyemediğiniz konforu, karşınızdakinin hakkından çalarak, ne kadar koparırsam kâr mantığıyla devam ettirmeye çalışırsınız? Bu asalaklık değil de nedir? Üstelik de asıl mesele ödediğiniz cücük kirayla ev sahibinden çalmanız da değildir. Asıl mesele ev sahibinin mülküne olan ihtiyacıdır. Sonuç olarak demem odur ki; gerçek mağdur; ev sahibi de olabilir, kiracı da. Aynı şekilde; bir kiracı da asalak olabilir, bir ev sahibi de at hırsızı gibi davranabilir. İş gelip nasıl bir insan olduğunuza dayanıyor sonunda.

“Çeşm-i insâf kadar kâmile mizan olmaz/ kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz” bu beyitin günümüz Türkçesiyle manası şudur; “Kâmil olgun bir insan için, insaf gözüyle bakmak en güzel ölçüdür. Bir kişinin kendi eksikliklerini, kusurlarını bilmesi kadar güzel bir irfan, anlayış yoktur.”

Yakın bir süre önce kaybettiğimiz çok değerli; yazar, akademisyen, sosyolog, ekonomist, bana göre ise filozof Alev Alatlı’nın sözleriyle noktalayalım yazımızı; “Aslolan helalleşmek olmalıdır, helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal hak helal değildir ve olamaz. Keza iflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir ama helal değildir. İmar ruhsatına sahip bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir. Yeni ve çok daha ucuz bir enerji türünün pazara girmesini önlemek üzere üretim haklarını satın alan ve sümen altı eden bir petrol şirketi yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir. Keza raf ömrünü uzatmak için ekmeğin içine kanserojen madde koyan fırıncının yaptığı, formülü ambalajın üzerine koyduğu sürece yasal, dolayısıyla suçsuz ama yaptığı helal değildir. Ve son olarak bir kalem darbesiyle, atar ergenleri, lümpen ergenleri sokağa döken yazar, alevler afakı sardığında suç mahallinde değilse, olayları evinden seyrettiğini ispat edebiliyorsa yasal olarak suçsuzdur ama helal değildir yaptığı. Şimdi buradan şöyle bir öngörüde bulunuyorum 21.yüzyılın en yaman toplum projesi helal olanı yasal olanla örtüştürmek olsa gerekir. Kadim değerlerle rabıtası kesilen özgürlüklerin şerden yana bükülmelerini önlemek durumundayız, önlemenin yollarını bulmak zorundayız…”