Cehaletin gölgeli ve konforlu köşe minderleri vardır. Konforludur çünkü sorgulama gerektirmez. Güvenlidir çünkü dışlanma riski yoktur.

Hakikat öyle midir? Hakikatin yüzü yakıcıdır. Dış dünya hem aydınlatıcı hem ürkütücüdür. Üstelik minderinizi terk ederseniz geri döndüğünüzde kabul edilmeyebilirsiniz.  Dışlanmak ve yalnız kalmak korkusu, çoğu zaman bizi bildiğimiz karanlıkta kalmaya ikna eder. İşte bu yüzden gerçeklere uyanmak zordur.

Denir ki, insan en çok kendi yalanlarına katlanır.

Antik felsefeye baktığımızda bugünün düşünsel sorunlarının hiç de yeni olmadığını, 2300 yıl öncesinin felsefe gündeminin bugünkü gündemden çok da farklı olmadığını görürüz. Sokrates’in anlatılarını öğrencisi Platon, “Devlet” adlı eserinde kaleme almıştır. “Devlet” adlı bu eserde birkaç sayfalık yer tutan kısa ama derin bir anlatı, bugüne dek geçerliliğini koruyan bir simgeye dönüşmüştür “Platon’un Mağara Alegorisi.”  Bu alegori insan aklının, gerçeklik algısını belki de körlüğünü demeliyiz, ta o dönemlerde derin metaforlarla tartışmıştır. Mağara alegorisi yöneldiği konu ve konuyu tartışma biçimiyle antik çağ felsefesinin en önemli ve zamansız alegorilerinden biridir.

Doğrunun ne olduğunu bilmedikçe doğruluğun iyilik olup olmadığını nasıl kestirebiliriz? “Devlet” kitabında, insanlığa bu soruyla seslenir Platon. 2300 yıl önce yaşayan biri, doğrunun gerçekten doğru olup olmadığına şüpheyle bakarken bizler bu çağda inançlarımızın, görüşlerimizin, düşüncelerimizin doğruluğundan nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?

Alegorinin merkezinde bir mağarada zincirlenmiş insanlar yer alır. Bu insanlar tüm ömürlerini yalnızca mağaranın duvarına yansıyan gölgeleri izleyerek geçirirler. Onlar için dünyanın/hayatın tek gerçekliği gördükleri gölgelerden ibarettir. Günün birinde içlerinden biri zincirlerinden kurtulup dışarı çıkar, gözlerini kamaştıran ışığı ve gerçek dünyayı görür. Geriye dönüp zincirlenmiş arkadaşlarına gördüklerini anlatmak ister. Ama kimse ona inanmaz. Üstelik bazıları ona düşmanlık bile besler.  

Bu anlatı, sadece bilginin kaynağı ve hakikatin doğasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda eğitimden siyasete, toplumsal kabullerden bireysel uyanışa kadar pek çok alana yayılmış çok katmanlı anlamlar taşır. İnsanların duyularla algıladığı dünyaya ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve çoğunluk tarafından “gerçek” olarak kabul edilen şeylerin aslında yalnızca birer yanılsama olabileceğini çarpıcı bir biçimde gösterir. Mağaradaki zincirlenmiş insanlar için duvara düşen gölgeler, bildikleri tek gerçekliktir. Bu da bize kendi algılarımızın ne denli sınırlayıcı ve yönlendirilebilir olabileceğini hatırlatır.

Alegori aynı zamanda, gerçeği gören kişinin, gördüğünü başkalarına anlatma ve onları aydınlatma sorumluluğunu da gündeme getirir. Ancak bu sorumluluk kolay ya da karşılıksız bir görev değildir. Çünkü mağaradakiler, ışığı görüp dönen kişiyi anlayamayabilir, ona güvenmeyebilir; hatta onu tehdit olarak algılayıp dışlayabilir ya da yok etmeye kalkışabilir.

Bu anlatı, eğitimin yalnızca bilgi aktarmaktan ibaret olmadığını; bireyin zihinsel yönelişini, bakış açısını değiştiren, onu yanılsamalardan hakikate yönelten bir dönüşüm süreci olduğunu ima eder. Mağaradan çıkmak, ışığı görmek, yani gerçek bilgiye ulaşmak sancılı bir süreçtir. Tıpkı gözleri karanlığa alışmış birinin birdenbire parlak ışığa maruz kaldığında yaşadığı geçici körlük gibi, gerçeği görmek de insanı ilk anda rahatsız eder, zorlar, hatta incitebilir.

Bugün hâlâ farklı mağaralarda yaşıyor gibiyiz. Sosyal medya filtreleri, algoritmalar, ideolojik yankı odaları, önyargılar, gördüklerimizin ne kadarının gerçek, ne kadarının gösteri olduğunu ayırt etmek güç. Hakikat, enformasyon kalabalığı içinde muğlak bir hal alıyor. Görmek istediklerimizle yetinmek, gerçeği aramaktan daha kolay geliyor. Tüm bunları fark ettiğimizde eleştirel düşünmenin, farklı bakış açılarını sorgulamanın, gerçeğe ulaşma çabasının ne kadar kıymetli olduğunu anlıyoruz. Mağara alegorisi de tam olarak bunu hatırlatıyor bizlere.

Platon’un ifadesiyle;  Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz fakat hayattaki en büyük trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır…