Hayatımız bu iki sözcüğün etrafında şekilleniyor. Belki de felsefi olarak “Evet?” ve “Hayır?” sorularının dışında bir yanıt aramaya gerek bile yok.

Sembolik olarak iyi-kötü, siyah-beyaz, iyi-kötü savaşının bir tekrarı gibi görünse de pek öyle olduğunu düşünmüyorum. Evet ya da hayır seçeneği daha çok insanla; insanın bireysel tercihleriyle ilgili.

Birileri size yorum yapmanıza izin vermeden evet ya da hayır cümlesiyle yanıtlanacak sorular soruyorsa tehlikeli bir sorgulamadasınız demektir.

Toplumun ve ailenin bireye yükledikleriyle hayır demek her zaman zor gelir insanlara. Yaşamını “kabul edilmek, onaylanmak” üzere kurmuş insanların “hayır” demesi çok zordur. İnsanın en büyük korkularından biri dışlanmaktır. Bu korkuyu aşarak “hayır” cevapları “evet” cevaplarını geçenler birey olma yolunda ilerliyor demektir.

Bizlerin değerini evetlerimiz değil hayırlarımız belirliyor. Kendi adıma bir konuya açıklık getirmem gerekirse insan denen varlığa saygım birey olmayı başarmıştan yana; ideolojiden, inançtan, ırktan, iyi ya da kötü insan olmaktan bağımsız olarak birey olmayı başarmış insanlara karşı saygım her zaman daha yüksek oluyor.

Mutluluk ancak kişilik kazanmakla mümkün. Kişilik kazanmanın yolu da hayır sözcüğünün yaşamımızdaki ağırlığının artması.

Onaylanma beklentiniz azalırsa kendi ayaklarınızın üzerinde durmaya başlamışsınız demektir. Kimseye yaslanmadan ayakta kalmak, kimseye yaslanmadan ayakta kalmayı sürdürmek sürüden de ayrılmak demek değil mi? Oysa sürünün içi korunaklı, konforlu. İnsan asla bu konfor alanını terk etmek istemez.

Eğer o sürünün içinde kalmaya devam edecekseniz sürünün kurallarına evet demek zorundasınız. Bizler o sürülerin içinde yaşıyoruz. Bir sürünün içinde çalışıyoruz. Bir sürüyle aynı takımı tutuyoruz. O sürüdekiler diğer takımı tutan sürülere nasıl davranmamız gerektiğini dikte ediyorlar. Örneğin diğer sürüden insanları yakala, formasını çıkar, formasını yak, rakip takım taraftarını hırpala-döv diyerek kuralları ve isteklerini empoze ediyorlar. İşte tam da burada evet ya da hayır demek sizin de kim olduğunuzu belirliyor.

İki sözcük dokuz harf sizce de bütün hayatın özeti değil mi?

Bugüne kadar sayısız evet, sayısız hayır sözcüğü çıktı ağzımızdan. Bütün evetlerin bütün hayırların bileşkesi bizi yaşadığımız bu ana kadar getirdi.

Seçtiklerimiz, vazgeçtiklerimiz ve seçimlerimizin sonuçlarıyla yüzleşerek biz oluyoruz. Peki başka bir seçenek daha yok mu? Var elbette. Seçimlerimizin sonuçlarına katlanamayıp türlü yalanlarla kendimiz için sahte bir dünya kurmak, sahte bir kişilik yaratmak.

Galiba yaşadığımız hayatın içindeki insanların çoğunluğu olmadıkları birileri gibi görünmeye devam ediyor. Tanıdığınızı sandığınız kişiler sadece sizleri değil kendilerini de kandırmaya devam ediyor. Kötü olduklarının farkında olmayan bir kalabalığın içindeyiz. Ne yazık ki insanın içindeki karanlık hiç bitmiyor

İki sözcükten birini seçmek zor; eğer seçimimiz yanlış olursa ağırlığını bir ömür taşımak daha da zor.

İyiliğin ve kötülüğün bahçesinden geçerek arayacağız kim olacağımızı. Kaderimizi yapan iki sözcükten birine sığınarak bulacağız kendimizi.

En acısı da kendisine katlanmak zorunda olan bir kalabalığın içinde yaşamak.

Tanrı kimseyi kendine katlanmak zorunda bırakmasın.