Yaşadığım dönemi ve geçmişi düşündüğümde, sanki başka bir dünyadan gelmiş gibi hissediyorum bazı anlarda.
Her şey öyle hızlı değişti ki sanki zaman tünelinin bir ucundan çıkmışım gibi geliyor. Günümüzde avuç içimize sığan telefonlarımızla en karmaşık matematik denklemlerini çözebiliyoruz oysa benim gördüğüm ilk hesap makinesi tamamen mekanik olan kollu hesap makinesiydi. O günlerde elektronik hesap makineleri henüz icat edilmemişti.
Telefon bağlatabilmek için onlarca yıl sıra bekleyen insanlar vardı bu ülkede. Tabi ki evinde telefonu olan insanların sayısı neredeyse yok denecek kadar azdı. Hatta o dönemde mahalledeki işyerlerinin çoğunda yoktu telefon. Ya komşuya, ya bakkala, ya da varsa eğer en yakın ankesörlü telefon kulübesine gidilirdi telefon etmek için.
Uzaktaki şehirlerdeki yakınlarınızı direk numara çevirip arayamazdınız. Santrali arar sıraya girerdiniz ve santral bağlardı aradığınız numarayı uzun bir bekleme süresinin sonunda.
O günlerde nüfusun büyük bir kısmı telefon etmeyi de bilmezdi. Çok sık tekrarlanan bir biçimde “şu numarayı bi çevir” diyerek elime kağıt tutuşturulduğunu da anımsıyorum.
Şimdi şaka gibi gelen bir hile bulmuştu yurdum insanı. Ankesörlü telefonlarda kullanılan jetonları delip ip bağlamış ve konuşması bitince çekip almıştı jetonunu geriye. Günümüz gençlerine anlatsak inanmakta güçlük çekeceklerini adım gibi biliyorum. Her şeyden önce günümüz gençleri o jetonları bile görmediler.
Bizler yaşayarak bu değişime şahit olduk. Bizden önceki nesillerin yaşadığı şaşkınlığı hayal bile edemiyorum.
Hayatımıza giren teknolojik yeniliklere insanlar mucize gözüyle bakıyorlardı o günlerde.
O günlerde hayatımızda var olan ne varsa sınırlıydı. Elektrik bile. Elektrik enerjisinin talebi karşılayamamasından dolayı her gün planlı kesintiler yapılırdı. Gecenin bir süresini karanlıkta geçirirdik.
Klasik siyah beyaz televizyon konusuna hiç girmek istemiyorum ama o günlerdeki kaliteli ve “düzeyli” yayıncılığı artık bulmak çok güç. TRT canlı bir okuldu hepimiz için. Kısıtlı olanaklarla çok güzel programlar, filmler izledik.
1986 yılında açılan TRT 2 kanalında pazarları klasik müzik konserleri olurdu ve ciddi anlamda seveni vardı. Atila Dorsay’ın yaptığı sinema programıyla Dünya Sinemasının klasikleşmiş ve kült filmlerini izlerdik. Ve bu benim için büyük bir keyifti.
Bir daha o kaliteyi hiçbir televizyon kanalı yakalayamayacak. Çünkü artık programlar geri kalmış ya da geri bırakılmış çoğunluk için yapılıyor; bu durum da o ekran karşısındaki insanların gelişmesini engelliyor. Gelişme engellendikçe o geri kalmış kitle hızla artıyor ve kendi artış hızından fazlası kültürel erozyon olarak yansıyor bizlere.
Bu durum devam ettikçe yani geri bırakılmış kitle büyüdükçe onlara sunulan programların kalitesi de düşüyor.
Demokrasi denen sistem için de bu geçerli değil mi? Geri kalmış kitleler en olmaz insanları parlamentolarına taşıyor. Yanlış anlaşılmasın sağ, sol fark etmeksizin genel olarak söylüyorum bunu.
Yıllar önce 68 kuşağını; bu kuşağın yarattığı isyanı ve Vietnam savaşına karşı çıkışı sorguluyor Amerika’da görevliler. Ulaştıkları sonuç bu insanların aldıkları mükemmel eğitim nedeniyle sokağa döküldükleri.
O araştırmadan sonra eğitimin kalitesini düşürme kararı alıp uyguluyorlar bütün Dünya’da.
Belki de bu halde olmamızın nedeni artık bizlere uygulanan düzeyi düşürülmüş eğitim.