Cehalet bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir. Hele cehaletten beslenen bir kesim varsa durum çok daha vahimdir.
Ülke ekonomik olarak darboğaza girebilir, insanlar geçim sıkıntısı çekebilir. Üç çeşit yerine iki çeşit yemek yer, aynı kıyafeti iki yıl giyer ekonomik sıkıntıyı hafifletebilirsiniz.
Ancak cehaletle savaşmak, cehaleti yenmek, cahil insana laf anlatmak çok ama çok zordur.
Atalarımız “Anlamayana anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur” demişler. Cahile anlatmak develere engelli yarış yaptırmaktan da zordur.
Türkiye günlerdir 6 yaşındaki çocuğun evlendirilmesini konuşuyor.
Konu gündeme gelir gelmez hemen karşı savunma cephesi oluştu.
“İddialar yalan, Müslümanlara zarar vermek için uyduruldu” teranesi tekrarlanmaya başlandı.
Olayı “Din elden gidiyor, İslâm’a zarar veriyorlar” noktasına getiriyorlar.
İddia doğru mu gerçek ortaya çıksın araştıralım denilebilir, anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bir sapıklığı eleştirmek ile İslâm’a nasıl zarar verilebilir?
Din elden gidiyor teranesini tekrarladıkça gerçeklerin ortaya çıkması engellenmiyor mu?
Daha da vahimi bütün bunlar yaşanmışsa bir sapıklığa destek vermiş olmuyor musunuz?
Gerçekten İslâm’a zarar gelmesin, Müslümanların adı lekelenmesin isteniyorsa bu tür iddialar ortaya çıkar çıkmaz en büyük tepkiyi din adamları ve kendilerini din adına ilişkilendiren vakıf, cemaat ve tarikatların göstermesi gerekir.
Bütün din adamları ve alimler yüksek sesle bağırmalıdır ki; İslâm’da 6 yaşındaki çocuğun evlendirilmesi caiz değildir, sapıklıktır, sakın ola ki bundan uzak durun. Her kim bunu yaparsa lanetleyin.
6 yaşındaki kızlar evlenebilir diye fetva verilirse, aman kızları okutmayın diyenler itibar görürse, kadınlara şiddeti özendiren vaazlar verilirse, bu çağda bile İslâm’da kesin yasak yok diye ikinci, üçüncü, hatta dördüncü evlilik teşvik edilirse...
Sonra da biri çıkıp utanç verici bir iş yapınca aman kimse duymasın diye üzeri örtülmek istenirse…
Bu utançları daha çok yaşarız.
Aman bizim tarikata laf gelmesin, bizim cemaat zarar görmesin, aman oyumuz azalmasın derdiyle kişileri veya belli grupları koruma telaşına düşersek...
İslâm’a da Müslümanlara da en büyük zararı vermiş oluruz.
İslâm’da olmayanı din adına savunarak Müslümanlığı da karalarız.
Ölçümüz İslâm olmalı.
Cemaat, tarikat veya vakıflar…
Mensuplarından yanlış yapan olursa önce cezasını kendileri kesmeli, direk kapının önüne koymalılar.
İslâm’a, ahlâka, örf ve adetlere, kanunlara aykırı hareket eden her kim olursa olsun eleştirmezsek, lanetlemezsek İslâm’a en büyük zararı o zaman vermiş oluruz.
Bunu ilk yapması gerekenler de Diyanet başta olmak üzere din alimleri, cemaat, tarikat ve vakıflardır…
Kendi evimizi kirletenleri kovmadan temizlik olmaz.
Ne yazık ki her şey cehaletten kaynaklanıyor.
Gerçek İslâm’ı bilsek, anlasak; bu şaklabanlar hoca olarak değil insan olarak bile sokağa çıkamazdı.
*****
Cemaatin sırtındaki yük
Halk arasında deli diye bilinen biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer… Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.
Sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı sesler, cemaati de rahatsız eder.
Namaz bitince her kafadan bir ses çıkar. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlar…
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini; şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
- Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin. Bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?
Bunu duyan meczup melül mahzun ama manalı bir bakışla sorar:
- Adetiniz böyle değil mi?
- Ne adeti?
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir…
Der ki meczup:
- Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır ve sorar:
- Benim sırtımda da mı var?
- Evet. Hepinizin sırtı yüklü!
Cemaatte ise hafiften “deli işte” manasına, bıyık altından gülüşmeler başlar…
Meczup bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
- Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!
Sonra iki elini yanlarına salar, başını sallar ve umutsuzca;
- Boş yok, boş yok hiç, diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar…
Aynen doğrudur dedikleri çünkü…
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordu namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği… Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardı.
Bu kez hoca endişeyle sorar:
- Peki söyle bakalım bende ne vardı?
O da der ki:
- Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda…
(Alıntıdır)
*****
TEBESSÜM
Dua
Dilencinin biri el açmış dileniyor, hem de dua ediyormuş.
Temel 20 lira vermiş, “Duanı istemem” demiş.
Dilenci şaşkınlıkla sormuş:
- Niye duamı istemiyorsun ki?
- Senin duan kabul olsaydı, kendini kurtarır da dilenmezdin!
*****
GÜNÜN SÖZÜ
Güzeli güzel yapan edeptir, edep ise güzeli sevmeye sebeptir.
Mevlana