Yeni taşındığınız evde, eşyalar ilk yerleştirdiğiniz halleriyle pek kalmıyor. Gerçek anlamda yerleşmek uzun sürüyor, her şey yerini zamanla buluyor.

Dört ay önce taşındığım yeni evimin oturma odasında iki pencere var, şu yere kadar olanlardan. Biri doğuya, biri kuzeye bakıyor. Eve ilk taşındığımda çiçekleri doğuya bakan pencerenin önüne koymuştum, sabah güneşini alsınlar diye. Ama pencerenin önünde koltuk olduğu için çiçekleri istediğim gibi göremiyordum. Çiçekleri göremeyeceksek ne anlamı var, olmaz, diyerek koltukların yerlerini, çiçeklerin de penceresini değiştirdim. Artık kuzeye bakan pencerenin önü tamamen açıktı, perdesi de öyle.

Pencerenin dışına ve iç tarafına çiçekleri yerleştirdim. Gelip gidip kâh çiçeklere, kâh dışarıya; göğe, çamlıkların olduğu tepelere bakıyorum. Yağmurlu havalarda nasıl da dumanlı oluyor çamlı tepeler.

Bir de tekli koltuk koydum pencere kenarına; dinlenme, dinginleşme, okuma, çay-kahve içme koltuğu. Evin en sevdiğim kısmı, bu pencere önü diyebilirim.

Çiçekler, doğudan kuzeye geçtiklerine hiç aldırış etmeden çiçek açmaya başladılar. Beni en çok şaşırtan ve sevindiren menekşe oldu. Yaklaşık beş yıl önce almıştım onu, ilk aldığımda koyu pembe çiçekleri vardı. Çiçeklerin vadesi dolunca döküldü haliyle ve menekşe bir daha asla çiçek açmadı. Beş yıl sonra bir sabah üstünde tomurcukları görünce o kadar şaşırdım ve sevindim ki size anlatamam. Ben onu olduğu gibi, çiçeksiz kabul etmiştim artık, bir gün yeniden çiçek vereceğini asla tahmin etmiyordum. Demek ki “umudu kesmemek lâzımmış hiçbir şeyden” dedim.

Dün; pencere kenarındaki koltuğuma oturup bir şeyler okumaya başladım. Arada gözüm çiçeklere kayıyordu gayri ihtiyari; menekşe, kasımpatı, begonya, mor sarmaşık, yılbaşı çiçeği, orkide ve adını bilemediğim iki tane daha çiçeğe. İnsan gerçekten her gün yeni bir şey öğreniyor. Okurken iki terimle karşılaştım, “fomo” ve “jomo.” Siz belki biliyorsunuzdur, ben dün öğrendim.

Fomo (Fear of Missing Out) bir şeyleri kaçırma korkusuymuş. Kişinin, başkalarının zevkli, önemli, anlamlı ya da avantajlı deneyimler yaşadığını düşünerek kendinin geride kaldığına, bir fırsatı kaçırdığına ya da hayatın dışında kaldığına dair duyduğu tedirginlik, huzursuzluk ve kaygı haliymiş.

Fomo özellikle sosyal medya çağının bir ürünü olarak kabul ediliyormuş. Sosyal medya sürekli; başkalarının tatillerini, başarılarını, sosyal ilişkilerini, eğlencelerini yani “mükemmel anlarını” (!) göz önüne seriyor ve bu düşünce, özellikle kaygıya yatkın kişilerde, kronik bir kıyaslama ve yetersizlik duygusuna dönüşüyor, kişi “herkes bir şeyler yaşıyor, ben yaşamıyorum” diyormuş.

Bunları okuduktan sonra, ilgiyle takip ettiğim psikolog Şule Öncü’nün bu konuda yorumu olmuş mu diye sayfasına baktım, evet olmuş, bakın “fomo” için ne demiş; “fomo, yani “bir şeyleri kaçırma korkusu,” özünde can sıkıntısıdır. Can sıkıntısı varoluşsal bir çağrıdır; “kalk, kendinden bir şeyler yap!” der. “Sana özgü bir şeyler yap!” Fomo ise bu çağrının kapitalist buyruğa çarpıp geri sekmiş halidir: “Kalk, herkesin yaptığını yap!” der.

Kulağına gelen buyrukları sorgulamayan birey, yaratıcılığıyla hayata geçirebileceği potansiyelini, kapitalist-narsistik propagandanın dayattığı geçerlilik kriterlerine ve normlara uymaya çalışırken kaybeder.”

Gelelim “jomo”ya; jomo ( Joy of Missing Out) yani “bir şeyleri kaçırmanın keyfi” insanın dışarıda olup biteni sürekli takip etme baskısından kurtulup kendi seçtiği sakinlik, dinginlik ve iç huzurunun tadını çıkarabilmesiymiş, yani bir anlamda “fomo” nun panzehiri.

Başkalarının ne yaptığına bakmak yerine, “benim şu anda neye ihtiyacım var?” ı fark etmek. Sosyal karşılaştırmadan özgürleşmek; kendini başkalarının başarı, eğlence ya da tüketim döngülerine göre tanımlamamak, sessizliğin, evde kalmanın, bir fincan çayın ya da bir yürüyüşün değerini fark edebilmek, insanların ne yaptığını merak etmemek, bildirimleri kapatıp bir kitaba dalabilmek, anın içindeki küçük şeylerden tat alabilmek, kendi rutinini dış baskılardan bağımsız kurabilmek...

Jomo’nun, modern yaşamın sürekli uyarıcı bombardımanı karşısında zihne bir dinlenme alanı yarattığı, tüketim ve performans baskısını azalttığı kesin.

İnsan, kendi değerlerine göre yaşadığında “geride kalma kaygısı” değil, “iç huzuru” oluşur. Bu, herkes bir şeyler yapıyor olsa bile, kendi seçiminden, kendi anından memnun kalabilme hâlidir.

Fomo ve Jomo hakkında ilgiyle okuduklarım bitince; şöyle bir çiçeklerime sonra da çamlı tepelere doğru baktım. Gülümsedim ve bir çay daha almak için kalktım..