Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın. Dışarda kalmayı, dışlanmayı tercih etmek, herkes için kolay değildir. İnsan doğası gereği ait olma ihtiyacı hisseder. Çoğunluk, dışlanma korkusu ya da kabul görme isteği yüzünden toplum normlarına uymayı tercih eder. Küçüklükten itibaren “ne derler” düşüncesiyle büyüyen biri için, toplum baskısını göz ardı etmek zordur.
Siz çemberin neresindesiniz? Yarın Sevgililer Günü’nü kutlayacak bütün dünya. Peki, siz hazır mısınız kutlamalara? Hediyeler alındı mı? Bazılarınız günler öncesinden rezervasyonları yaptırmışsınızdır değil mi? Sevgilisi olmayanlar kusura bakmayacak artık. Anneler Günü’nde annesini kaybetmişlerin kusura bakmadığı gibi.
İnsanları aynı anda aynı şekilde hissetmeye ve davranmaya zorlamak, özgünlüğü öldürüyor. Sevgiyi, minnettarlığı ya da özel hisleri belirli bir takvime sıkıştırmak size de tuhaf gelmiyor mu? Aşk öznel bir olgudur, ancak 14 Şubat’ta toplumca yaşamamız lâzım. Böyle daha iyi hissederiz, kesin. Daha emin oluruz sevdiğimizden, sevildiğimizden. Kutlamalar kadar kavgalar da çoktur bugün. Bazı çiftler kavga eder, sevgilisi böylesine özel bir günde hiçbir şey yapmadı diye.
Neyse, nette birazcık dolaştım, Sevgililer Günü’ne dair küçük derlemeler hazırladım size. Buyurunuz.
Kültür bir endüstri haline, kültür ürünleri de metalar haline gelmiştir. Böylelikle “kültür endüstrisi” kavramı ortaya çıkmıştır. Bu endüstri, etkinin öncelikli hâkimiyetini düşünür. Öncelikli amacı gündelik yaşamın sıkıcılığına karşı geçici bir kaçış olanağı sunması, bu şekilde oyalanma ve zihinsel uzaklaşma sağlayarak tam da bu zeminde sistemin sürekliliğini sağlamasıdır. Ancak, elbette “kaçış” geçicidir ve gerçek değildir. İnsanların yaşamlarındaki temel gerçeklikleri, yani baskıları ve yoksunlukları unutmaları ve çalışma azimlerini yeniden bulmaları amaçlanır. Üretim ve tüketim bu noktadan itibaren sistemin, kendini yeniden ürettiği araçlarıdır artık. Diğer özel günlerde olduğu gibi Sevgililer Günü’nde de kültür endüstrisi, medya, reklam ve popüler kültür aracılığıyla bireylere “kutlama zorunluluğu” dayatır. Sevgililer Günü, bireylerde psikolojik ve toplumsal baskının etkisiyle hediye alma zorunluluğuna, sosyal medya gösterişine iter. Yalnız bireyler üzerinde ise dışlanmışlık hissi oluşturur.
Kapitalist Sistemin Zorunlu Kıldığı Tüketim Ritüeli
Jean Baudrillard’a göre modern toplumda tüketim, ihtiyaçlardan bağımsız bir gösterge sistemine dönüşmüştür. Özel günler de bu sistemin en belirgin parçalarındandır. “Kapitalizm, insanları sürekli bir tüketim döngüsüne sokarak, anlamı olmayan nesneleri kutsallaştırır. Sevgililer Günü, Anneler Günü gibi özel günler, gerçek duyguların yerine ticari meta fetişizmini koyan sistemin en açık göstergesidir.” Baudrillard’a göre, insanlar Sevgililer Günü gibi özel günlerde sevdiklerine hediye alarak duygularını ifade ettiklerini sanıyorlar. Ancak bu, gerçekte samimi bir duygusal paylaşım değil, kapitalist sistemin zorunlu kıldığı bir tüketim ritüelidir.
Performans Sergileme Günü
Guy Debord, kapitalist düzenin hayatı bir gösteriye çevirdiğini ve tüketimi teşvik eden sahte değerler ürettiğini savunur. “modern dünyada hiçbir şey kendiliğinden yaşanmaz. Her şey, kapitalizmin dayattığı bir gösteriye dönüşmüştür. Sevgililer Günü gibi günler, gerçek aşkın ve ilişkilerin yerini almış birer illüzyondur.” Sevgililer günü, ilişkilerin doğal akışında gelişen romantizmi, zorunlu bir performansa dönüştürür. Bu insanların aşkı hissetmesinden çok, gösterişli hediyeler ve sosyal medyada paylaşılacak anlar yaratma çabasına girmelerine neden olur.
Zorunlu Romantizm
Slavoj Zizek, kapitalizmin insanları özgürleştirmek yerine, onları görünmez zincirlerle bağladığını söyler. Kapitalizm, özgürlük illüzyonu yaratarak insanlara ne istediklerini bile unutturur. Sevgililer Günü’nde kim gerçekten sevdiği için hediye alıyor, kim toplumsal baskı nedeniyle bu döngüye giriyor?” Zizek’e göre insanlar, Sevgililer Günü’nde romantizmin bir zorunluluk haline getirildiğinin farkında bile değildirler. Kapitalizm, bireylerin kendi seçimlerini yaptığını düşündürerek onları sistemin bir parçası haline getirir.
Markalara Bağışladığınız Aşklarınız
Naomi Klein, büyük markaların kültürü ele geçirerek insanlara neyi nasıl kutlayacaklarını dikte ettiğini anlatır. “Küresel markalar, tüketicilerin duygusal ihtiyaçlarını kendi ticari çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden şekillendirir. Özel günler, sevginin değil, markaların kazançlarının zirve yaptığı zamanlardır.” Reklam ve kampanyalar, bireyleri tüketim yoluyla duygusal tatmin bulmaya yönlendirir. Sevgililer Günü de bu mekanizmanın en etkili araçlarından biridir.
Sosyal Statümü Fark Ettirebildim mi?
Thorstein Veblen, insanların statülerini göstermek için gereksiz harcamalar yaptığını savunur. “Toplum, tüketimi bir statü göstergesi haline getirmiştir. Sevgililer Günü’nde gösterişli hediyeler almak, sevginin değil, sosyal statünün bir işaretidir.” Lüks restoran rezervasyonları, pahalı hediyeler ve gösterişli kutlamalar, insanların birbirlerine olan sevgisini değil, ekonomik güçlerini kanıtlama çabasını yansıtır.
…
Sevgi sözcüğünü bu kadar yinelemişken, sevmek nereden başlar sorusuyla bitirelim. Kendimize karşı nazik olmayı beceremiyorsak, kendini sevmeyi narsisizmden ayıramıyorsak, kendimizden yüksek beklentilere sahipsek, hata yaptığımızda kendimizi acımasızca eleştiriyorsak ya da öz-eleştiri alışkanlığımızdan kendimizi sürekli eleştiriyorsak, öz-şefkat duygumuzu geliştirmemiz zordur. Oysaki öz-şefkat psikolojik iyi oluşumuzu çoğaltır. Doğayı, çocuğu, insanı, hayvanı çok daha güzel sevmemizi sağlar.
Turgut Uyar’ın Geyikli Gece şiiri; “Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum..” dizesiyle biter. Öz-şefkati hissettirir bu dize bana. Biz de kendi başımızı mı sıvazlasak arada?