Bazen bir çocuğun elinden kaçan balona benzetiyorum hayatı. Göğe doğru yükselen balon artık yalnızdır, nereye kadar gider tek başına? Boşlukta sallanan ipinin artık ne anlamı vardır?

Atmosfer incelir, basınç azalır, içindeki gaz genleşir ve sonunda patlar. “Balon patlar, sen uçuşu hatırla,” mı demeli? Patlayan balonun parçaları yine yeryüzüne, belki hiç ayak değmemiş bir dağ başına, belki bir ormana döner. Gökyüzüne kaçan balon sonsuza dek uçmaz, doğa yasaları onu bir şekilde yeryüzüne geri çağırır.

Hayat ipi de benzer biçimde, görünmeyen bir çizgide salınır. Doğumla kesilen ilk ip, annemizle aramızdakidir; ardından, ayaklarımızın altında var olduğunu hissettiğimiz ama göremediğimiz başka bir iple hayata tutunuruz. Bu ipin bir ucu belirsizliğe, diğeri zamana bağlıdır. Ve biz, ortasında salınır dururuz. Birkaç saniyelik sarsıntılarla her şeyin değişebileceği bu sallantılı yerde.

Geçen hafta depreme, haftalık yazımı yazarken yakalandım. Anlam bir anda değişti. Besbelli, zamanla ölçmeye kalksak, belirsizliğin koyu bir korkuya dönüştüğü altı üstü birkaç saniyelik bir ipimiz vardı. Nasıl biteceğini bilemediğimiz kısacık bir ip, birkaç saniye kadar yakın bir anı kestirememenin, o büyük belirsizliğin çaresizliğini hissettiğimiz boyu 13 saniye olan bir ip.

Her şey birdenbire oldu, diyor ya Orhan Veli, her şey değilse de birçok şey birdenbire oluyor. O birdenbire olan şeyler kısacık sürede oluyor ama sebep oldukları yıllar boyu devam ediyor. 6 Şubat’ta biri 65 saniye diğeri 45 saniye süren depremde binlerce insan kaybettik. Hayatta kalanlar için anlam tamamen değişti. Hiroşima’ya atom bombasının atılması göz açıp kapayıncaya dek, 43 saniyeden az sürede binlerce insanın ölümüne neden olmuş, etkileri devam ediyor.

Deklanşöre dokunmak bir saniye sürer, bir fotoğrafın hafızada yer etmesi ise ömürlük olabilir. Vietnam'da savaş sırasında atılan napalm bombalarından çırılçıplak kaçarken fotoğraflanmasıyla savaşın simgesi haline gelen “napalm kızı” adı verilen fotoğraf gibi örneğin.

Konuyu dağıtmayayım, belirsizlikten söz etmeye çalışıyordum, belirsizlik insan ruhuna derin ve çok katmanlı etkiler yapıyor. Belirsizlik, kaygı, stres, kontrol duygusunun zedelenmesi, karar verme zorluğu gibi çetin duygularla yüzleştirirken, diğer yandan yaratıcılığı ve uyum yeteneğini tetikleyebiliyor, duygusal dayanıklılığı arttırabiliyor. Belirsizlik üzerine psikoloji literatüründen yaptığım minik derlemeyi paylaşmak isterim sizinle;

Martin Heidegger  "Varlık ve Zaman" adlı eserinde insanın "fırlatılmışlık" halinden söz eder: Varoluşumuz, içine doğduğumuz dünyada, sonsuz bir belirsizliğin ortasında salınır. Heidegger’e göre, insan; tasarılar, geleceğe dair planlar yapar, ama her tasarı, belirsizliğin kayalıklarında savrulmaya açıktır.

Paul Tillich, “Var Olma Cesareti” adlı eserinde, belirsizliğin insanın varoluşsal kaygısının kökeni olduğunu yazar. Tillich'e göre, insan ancak bilinmeyene rağmen adım atabildiğinde gerçek anlamda 'var' olur. Belirsizlik, korkunun diğer adıdır; ama aynı zamanda cesaretin de doğduğu yerdir.

Irvin Yalom ise varoluşçu psikoterapide, belirsizliği yaşamın temel koşulu olarak ele alır. Ona göre ölüm, özgürlük, izolasyon ve anlamsızlık gibi varoluşsal gerçeklikler, insanın sürekli belirsizlikle yaşamasını zorunlu kılar. Yalom, belirsizlikle dost olamayan ruhların, hayatın sunduğu derinliği de ıskaladığını söyler.

Søren Kierkegaard, "Korku ve Titreme" eserinde, inanç ve belirsizlik arasındaki girift ilişkiyi dile getirirken şöyle der: "Belirsizlik içinde yürüyebilen insan, kendini Tanrı'ya daha yakın bulur." Çünkü gerçek cesaret, sonucun garantilenmediği bir adımda saklıdır. Kendi ruhumuzun sınırlarını ancak bu adımda keşfedebiliriz.

Modern psikoloji literatürü, özellikle Daniel Kahneman'ın belirsizlik ve karar verme üzerine yaptığı çalışmalar, beynimizin kesinlik arayışına nasıl saplantılı bir şekilde bağlı olduğunu gösteriyor. Kahneman, insanın belirsizliğe karşı geliştirdiği hızlı, sezgisel karar mekanizmalarının, çoğu zaman yanıltıcı olduğunu ortaya koyar. Çünkü bilinmeyen, sabırsız bir ruh için tuzaklarla doludur.
Belirsizlik sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir doğum anıdır. Sis perdesinin ardında, yeni yollar, yeni anlamlar vardır.

Bugünün pozitif psikolojisi, belirsizlik toleransının bir kişilik özelliği olarak gelişebileceğini savunur. Son yıllarda yapılan çalışmalar, yüksek belirsizlik intoleransının anksiyete bozukluklarıyla yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Öte yandan belirsizliğe dayanabilen bireyler, değişen dünyaya daha kolay uyum sağlıyor, psikolojik esneklikleri artıyor. Yüksek düzeyde "kesinlik ihtiyacı" taşıyan bireyler, genellikle daha az esnek, daha önyargılı ve daha stresli olurlar. Çünkü hayat, onların inşa ettiği kesin kalıplara sürekli sığmaz.

Ve sanat?
Sanat daima bilinmeyenin kenarında yürür.
Büyük şairler, ressamlar, düşünürler; hiçbir zaman tamamlanmış bir haritanın yolcuları olmamıştır.
Çünkü yaratmak, bilinmeyene göz kırpmaktır.

Sonuçta, kesinliğe tutunmak, bazen sağlam bir kaya gibi güven verir.
Ama o kaya, aynı zamanda ufkumuzu daraltan bir prangaya dönüşebilir.