Marketten satın aldığınız ürünler, markalar, miktarlar, gıdaları pişirme ve saklama usulleriniz, evinizin tarzı, havalandırması, ışıklandırması, ısısı, kokusu, enerjisi, seslerin yüksekliği, evdeki gürültüler,

Seçtiğiniz eş, onun dünyaya bakışı, bakmayışı, konuştuğu konuşmadığı konular, size yaklaşımı, sorun çözme becerisi, stres ve öfke yönetimi,

Evde izlenilen televizyon kanalı, program tarzı, televizyonun ses düzeyi, günde kaç saat televizyon izlendiği,

Sabah uyanınca ev halkının tarzı, ailenin genel psikolojik karakteri, ses tonlarının ayarlanışı, konuşulan konular, espri ve kahkaha yeteneği, gün içerisinde bireysel veya ailece yapılan dinlendirici, eğlendirici, fiziksel aktiviteler, telefona ayırdığınız zaman, telefon konuşmalarınızın sıklığı/süresi, sosyal medya ve mesajlaşma trafiğiniz,

Aynadaki görünümünüzü, yüzünüzdeki ifadeyi, gözlerinizdeki ışığı, bel çevrenizi, enerjinizi, yorgunluğunuzu, mental performansınızı, tansiyon ve nabız değerlerinizi, kan şekeri ve insülin seviyelerinizi, bağırsak hareketlerinizi, uyku kalitenizi, psikolojinizi, kısaca sağlığınızla ilgili bütün değerleri doğrudan etkiliyor.

Bu sözler bir kardiyoloğa ait sevgili dostlarım.  Sizce de çok güzel özetlememiş mi? Her şey birbirine bağlı ve her şey bizi çok etkiliyor. Etkiler, bazı durumlarda hemen, bazı durumlarda yıllar sonra ortaya çıkıyor. Sağlığımızı olumsuz etkileyen faktörlerin bazılarını değiştirme, düzeltme gücümüz var. Kardiyoloğumuzun listelediği konuların çoğu bizim olumluya dönüştürebileceğimiz, mücadele edebileceğimiz konular.

Öte yandan maruz bırakıldığımız, bizim elimizde olmayan, bizi üzen, öfkelendiren, olumsuz etkileyen birçok durum/gelişme ya da olayla da karşı karşıya kalıyoruz. Onlara yapacak bir şeyimiz olamıyor çoğu zaman. Birey olarak bizim elimizde olmayan ama bizim maruz kaldığımız tüm olumsuzluklar bize zehirini bırakıp geçip gidiyor. Sözüm iyi insanlara, kötülere gerçekten bir şey olmuyor çünkü. Duyarsız, gamsız, bencil biri ne yıpranıyor ne de hasar alıyor. Bütün yaralar, hasarlar, hassas, duyarlı, vicdanı olan insanlara kalıyor.

Hayata devam etmek gerektiğinden kendimizi sağaltabilmemiz gerekiyor. Bazen dış dünyadan aldığımız zehirden, bazen de kendi içimizde yaşadığımız karmaşa ya da sıkıntılardan arınmaya, hafiflemeye ihtiyaç duyuyoruz.

Kanımca sağaltımın en şifalı üç yolu var, sanatla hemhal olmak, doğayla buluşmak, doğada olmak ve canlarla bağ kurmak.  Mart ayı girdiğinden bu yana kent hayatından uzakta yaşayan şanslı arkadaşlarım, çiçeklenen ağaçların, papatyalarla dolan kırların fotoğraflarını göndermeye başladılar. Değil bizzat o çiçek tarlasının içinde bulunmak, fotoğrafına bakmak dahi insanın içini açıyor. Bir dostla, bir araya gelmek, söyleşmek, gülüşmek, yerine göre dertleşmek, birini anlamak, birinin seni anladığını hissetmek nasıl iyi geliyor, içimiz açılıyor ve sonra hayvan canlarla kurduğumuz bağlar, iyileştirmiyor mu bizi?

Bakınız, yaşadığım küçücük bir şeyi anlatayım size. Birkaç gün evveldi. Balkondaki panjurun açık kanadından dışarıya bakıyordum, hava kapalıydı, az sonra yağmur yağmaya başladı, biraz da yağmuru seyrettim sonra panjuru kapatıp içeri girdim. O gün bir daha balkona hiç çıkmadım, malum kış mevsimi. Ertesi gün bir şey almam icap etti balkondan. Pencerenin önündeki saksının toprağı hafiften eşelenmiş, bir sukulentle, minik kaktüs yan yatmıştı. Bir soru işareti göründü kayboldu, acelem vardı o anda, işimi halledip geri geldiğim. Balkonun zemininde bir kumru yavrusu vardı. Ben panjuru bir gün önce kapatmıştım, yavru kumru dünden beri balkonda mahsur kalmıştı demek. Biraz bulgur ıslattım, bir kaba da su koydum. Panjuru açtım, annesiyle babası oralardadır diye. Bulgura gagasıyla bir iki tıkladı. Sonra, balkon mermerine uçtu, oradan da karşıki binanın çatısına. Böylelikle ben çok güzel bir sahneye denk gelmiş oldum ve seyre koyuldum. Anne besledi yavruyu. Ağız ağıza kaldılar bir müddet, kanatları açık, sanki hafiften itişir gibi. Sonra baba aynısını yaptı, o da besledi yavrusunu. Bu küçük güzel ana tanık olmak bile bana çok iyi hissettirmişti. İyi hissetmeye minik bir örneklendirme olmuş olsun bu kumru ailesi de.

Nerede kalmıştık, sanat demiştim bir de. Şu hayatta en çok da sanatçılara minnettarım. Doğaya her zaman çıkamayabilirsin, bir dosta her istediğinde ulaşamayabilirsin ama bir sanat eserine, bir besteye, şarkıya, şiire, filme, kitaplara kolaylıkla ulaşabilirsin. Sanat, ağlayan bebeğin ağzına sokulan emzik gibi anında ruh halimizi değiştiren en güzel avuntumuz bizim.

Sabahattin Ali’nin “Beyaz Bir Gemi” adlı öyküsünden, sanata dair sevdiğim bir pasajı da sizler için iliştireyim buraya; “Bugün bir resim yapmaya karar vermişti, bir şeyler bulmalıydı. Ama öyle rastgele bir şey değil. Aslında çirkin ve iğrenç de olsa, güzelleştirebileceği bir şey… Çünkü sanat, yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri, çöplükle sarayı aynı, hakikatten uzak ve güzelleştirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkasından göstermeye mecburdu, sanat eserinden faydalanabilecek durumda olanlar, her şeyden önce avunmak, oyalanmak istiyorlardı.”

Bağ kurarak, ait olduğumuz doğayla buluşarak ve sanatın bütün dallarıyla güzelleşir dünyamız. Böylelikle sağaltır, avutur, arındırırız kendimizi. Yeniden, yeniden yaşam isteğiyle dolar ruhumuz..