Sokağa çıkıp sorsanız; “Faroe Adaları nerededir?” diye, bin kişiden belki biri bilir…

İstanbul’un bir ilçesi değil, kalabalık bir mahallesi kadar ancak nüfusu olan, insandan çok keçinin yaşadığı Danimarka açıklarındaki adalar topluluğu…

Özerk bölge ama askeri, polisi, mahkemesi bile yok. Danimarka tarafından yönetiliyor.

50 bin kadar nüfusu var…

Tabii caizse sokaktan topladıkları ile bir milli takım kurdular.

İşte bizim A Milli Futbol Takımımız, Faroe Adalarının bu milli takımına 2-1 yenildi.

Diyeceksiniz ki, spordur, futboldur; yenmek de olur yenilmek de…

Tabii ki, olabilir de…

Bir dönem dünya üçüncüsü, bir dönem Avrupa üçüncüsü olan A Milli Futbol Takımı, bırakın bizim ligler seviyesinde olmayı, bölgesel amatör ligde ancak oynayabilecek bir takıma yenilirse, üstelik de iki gol yerse; çok ciddi başka sorunlar var demektir.

Herkes bir sebep bulmuştur; hatta maçı anlatan TRT sunucusu bile ilk yarıda başarısızlığa kılıf bulmak için olacak ki; şiddetli rüzgarın milli takımımıza karşı estiğini, bu sebeple pozisyon bulamadığımızı anlatıp durdu. Ama ikinci yarıda sert ve şiddetli rüzgarı karşısına almasına rağmen Faroe Adaları, on dakikada bize iki gol attı.

Demek ki sorun hava şartları, rüzgar veya sadece futbolcuların isteksizliği ve yetersizliği değildir.

Asıl sorun liyakatsizliktir.

En üst makamından, malzemecisine kadar…

Dünyanın hiçbir ülkesinde, hatta Faroe Adalarında bile üç ay kulüp başkanlığı yaptı diye futbolla hiçbir ilgisi olmayan kimse Futbol Federasyonu Başkanı yapılmaz.

Milli takımda oynayacak futbolcu bulunamadığı halde 14 yabancı futbolcu transferine izin verilmez. Hele hele 8 yabancı ile oynanmasına kimse göz yummaz.

Düşünün ki, ligde oynayan futbolcularla milli takım oluşturmaya kalksanız her mevkide oynayacak adam bulamıyorsunuz.

Nihayetinde şu an bile milli takımda oynayanların büyük bir kısmı kendi takımlarında yedek olanlar, çoğunluğu 18 kişilik kadroya bile giremeyenler.

Hepsini geçtim; kedi ülkesinde yardımcı antrenör bile yapılmayan biri milli takımın başına getirilmez.

Kazara getirilse bile Faroe Adalarına 2-1 yenildikten sonra “İstifa etmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyorum” diye gerzek gerzek konuşmaz. Konuşmak istese de normal bir ülkede böyle saçmalamasına izin verilmez.

Ekonomide rakamlarla oynarsınız, dış politikada lider ülke diye taraftarlarınıza gaz verirsiniz, işsizliği ve enflasyonu TÜİK ile gizlersiniz…

Ama sporda, özellikle futbolda başarısızlığı, liyakatsizliği örtemiyorsunuz. Kabak gibi gün yüzüne çıkıyor.

Bu kafayla maç sonuçlarını da TÜİK açıklarsa ancak başarılı olabiliriz!

*****

Adam olma mücadelesi

Yıl 1944… Çumra tren istasyonunda iki yoksul, üstü başı yırtık köy çocuğu beklemektedir.

Yanlarına bir adam gelir ve çocuklara nereye gittiklerini sorar.

10 yaşındaki Kemal, “Konya’ya! Valiyle görüşmeye!” der.

Adam alaycı bir şekilde gülerek; “Sizi valiyle görüştürmezler be evladım, paranıza yazık, boşa gitmeyin!” der.

Kemal adamı dinlemez. 6 yaşındaki kardeşi Mehmet’in elinden tutarak istasyona yanaşan trene biner.

Bir süre sonra kuşetli vagonda tam karşılarına takım elbiseli bir adam oturur.

Çocuklara gülümser ve nereye gittiklerini sorar.

Kemal, bu adamın da kendileriyle gülüp dalga geçeceğini düşünür. Konuşmak istemez.

Adam ısrarla “Anneniz babanız yok mu evladım, trene bir başınıza binmişsiniz” deyince Kemal kızgın bir ifadeyle; “Amca! Anamız babamız öldü. Biz köy çocuğuyuz ve eğitim alırsak o zaman ‘adam’ olabiliriz. Bu yüzden Konya valisine bizi okut diye yalvarmaya gidiyoruz!”

Takım elbiseli adam “anladım” dercesine başını sallar ve cebinden bir kart çıkarır, Kemal’e uzatır. “Bunu valiye göster, selamımı söyle.”

Kemal kartı alır, okuma yazması olmadığı için kartta ne yazdığını anlamaz. Dalgacı (!) adam ise yaklaşan istasyonda iner.

Kemal ve Mehmet, Konya’da valilik binasına gider. Kemal, kapıdaki görevliye valiyle görüşmek istediğini söyler.

Fakat görevli çocukları başından savar. Kemal, bu kez son şansını dener ve trende tanıştığı o takım elbiseli amcanın verdiği kartı uzatır.

Görevli kartı görünce şaşırır ve hemen çocukları valinin makamına çıkarır.

Vali karta bakar, ciddileşir, eli telefona gider. İki görevli gelir ve çocukları İvriz’e götürür.

Kemal şaşkındır o takım elbiseli adam dalga geçmemiş, verdiği kart işe yaramıştır.

Bu sefer “Kim bu adam?” diye düşünmeye başlar.

Kemal ve Mehmet, İvriz’e gönderilmiştir ve bu okulda yatılı olarak okur.

Kemal seneler sonra o takım elbiseli adamla görüşür. Adam yaşlanmış, emekli olmuştur.

Kemal yanına gider kendini tanıtır, yaşlı adam hatırlar Kemal’i “Demek okudunuz ha!” der, gözleri dolar.

1944’te o gün trenle vilayet vilayet gezip okulları denetleyen o takım elbiseli adam tesadüfen bu iki kardeşi görmüş ve kartını vererek yardımcı olmak istemiştir.

Seneler sonra bu kez Kemal kartını uzatır; üzerinde “Gazeteci-Yazar Kemal Bayram Çukurkavaklı” yazmaktadır.

Kemal öksüz ve yetim bir köylü çocuğudur, İvriz Köy Enstitüsünde okumuş, gazeteci olmuş, kitaplar yazmış, ödüller almış, kendi deyimiyle ‘adam’ olmuştur.

Kemal’in kartını verdiği kişi kim miydi? Çağın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel.

(Alıntıdır)

*****

TEBESSÜM

Sinyal

Temel, kavşakta arabasıyla durmadan dönüyormuş. Polis, Temel’i durdurur:

- Ne yapıyorsun?

- Sinyal takıldı!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Futbol ayak oyunu değil, ayakla oynanan bir oyundur.

Şenol Güneş