Oğlum geçen yıl girmişti üniversite sınavına. Sınavdan önceki süreçte hedefinin tıp fakültesi olduğunu söylüyordu. Fen derslerine yatkınlığını bildiğimizden onun adına doğru bir karar olduğunu düşünüyorduk. Çevreden “ne istiyorsun?” diye soran herkese “tıp istiyorum” diyordu. Neden olduğunu hiçbir zaman tam olarak anlayamadık, aniden fikrini değiştirdi ve “tıptan vazgeçtim, mühendislik okuyacağım” dedi. “Neden? Emin misin? Bak çok iyi düşünmek gerek” desek de fikrini değiştirmedi.
Köklü bir üniversitenin Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği programına kaydını yaptırdı. İlk yıl İngilizce hazırlık yılıydı. Yabancı dili iyi olduğundan 1. Dönemin sonunda sınava girerek hazırlık yılını ilk dönem tamamladı. 2. Dönemin başında 1.sınıf derslerinden birkaç tane ders aldı. Derslere gitti geldi. Derken bir gün şu cümleyle çıktı karşımıza; “Bu bölümün bana göre olmadığından kesinlikle emin oldum. Burada kalırsam mutsuz olacağım. Ben tıp fakültesine yatay geçiş yapmaya karar verdim” diyerek bizi ikinci kez şaşırttı. Ne diyebilirdik ki, sen nasıl istiyorsan öyle olsun dedik. Demek ki yaşayarak deneyimlemesi gerekiyordu.
Heyecanlı Bekleyiş
Uyku tutmuyordu bir türlü. Ayın 25’inde sonuçlar açıklanacaktı. Gece yarısından sonra takvim 25’ini gösteriyordu ya artık, “sık sık, açıklanmış mıdır acaba?” diye telefona bakıyordum. Yok açıklanmamıştı. Bir ara kısa bir uykuya daldım ve bir rüya gördüm. Rüyamda sonuçlar açıklanmıştı. O benden önce görmüş ve başvuru yaptığı üniversiteden kabul aldığının müjdesini veriyordu. Oh diyordum, şükürler olsun. Şimdi rahatça uyuyabilirim. Rahatça ne kadar uyudum bilmiyorum ama uyandığımda henüz hiçbir şeyin açıklanmadığı gerçeğiyle yüzleştim, tuhaftı.
O gün, gecenin bir vaktine kadar, gün içinde yaptığım şeylere defalarca ara verip, telefonu kontrol etmekle geçti. Sabah açıklanmadı. Öğle olur diye bekledik. Olmadı. Üçe kadar, beşe kadar derken akşamı buldu zaman. Saat 21.30’a doğru sonucu merak eden yakınlarımdan biriyle telefon görüşmemi tamamladıktan hemen sonra, bezgin bir ruh haliyle “bir kez daha bakayım” dedim. Aman Allah’ım açıklanmış! Hemen oğlumun odasına koştum, ekranı gösterdim. Arkadaşıyla, online bir oyun oynuyordu sanırım. “Anne sakın bakma, birlikte bakalım” dedi. Ben telefon elimde bu sefer kendi odama gittim koşarak.
Hani küçük çocukların önüne kurabiye, çikolata koyuyorlar da “ben gelene kadar sakın yeme” diyorlar ya öyle bir durumdaydım. Dayanamadım, sonuç listesini açtım. Sayfa sayısı beş yüze yakındı. “Ya olmamışsa” endişesi beni bir anda yavaşlatmıştı, ikilemli duygu durumumla yavaşça kaydırıyordum sayfaları. Parmak uçlarıma incecik bir korku eşlik ediyordu. Tam o sırada oda kapımın önüne gülümseyerek dikildi. “Ben baktım, kabul almışım” dedi.
Yeni Başlangıçlar
Ömür dediğimiz kısa yolculukta bir acılar bir de sevinçler iz bırakıyor. 25 Ağustos gecesi yeni hanemizde anne, baba ve oğul sevinci konuk ettik biz. Sevinç ne güzel bir duyguydu, ne çok özlemişiz meğer.
Günler akıyor, hayatlar değişiyor. Devirler açıp, devirler kapatıyoruz ömrümüze. Bazen farkında oluyoruz bunun, bazense çok sonra anlıyoruz bir devri kapattığımızı. İki hafta önce yeni evimize taşındık. Ömrümüze yeni bir devrin kapısını araladığımızı hissediyorum, ne kadar süreceğini bilmediğim. Bu günlerde şu güzel dizelerdeki umudu duyumsuyorum;
“Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan
yeni bir başlangıç vardır.”
Bu arada oğlumun adını söylemedim size; onun adı Umut…