Bazen çok şey söylemek, haykırmak istersiniz ama kelimeler boğazınıza düğümlenir, diliniz tutulur, üç kelime bile konuşamazsınız.

Çok iyi bilirsiniz ki konuşsanız da saatlerce anlatsanız da bir fayda sağlamayacak, dinler gibi yapacaklar, anlar gibi tavır takınacaklar ama yine de hiçbir şey olmamış gibi davranacaklar.

Çaresiz kalırsınız, bakışlarınız donuklaşır, başınızı eğer, sessizliğe gömülürsünüz…

Yine aynı çaresizlik, aynı umutsuzluk…

Bartın yasa büründü, o güzelim Amasra toprağa gömüldü!

Gerçekten canımız yanıyor; elimizden bir şey geliyor mu derseniz, kocaman bir hiç…

Dün Soma’da çok canımız yandı, bugün Bartın’da… Yarın, Allah korusun nerede bilinmez.

Ne kadar hazindir ki, maden faciaları, tren kazaları bize olağan gelmeye başladı. Hatta trafik kazaları bile… Bir tır yoldan çıkıyor, 15-20 insanın hayatına mal oluyor.

Hepsine bir bahanemiz, daha doğrusu sorumluluktan kaçışımız var.

Tır kazası olur sarhoş sürücü, tren kazası olur hava şartları, maden faciası olur doğasında var der geçeriz, geçiyoruz.

Bu kafayla gittiğimiz için de her gün yeni facialar yaşıyoruz.

Soma’da resmi açıklamalara göre 301 işçi hayatını kaybetmişti. 8 yıl geçti, tedbir olarak ne yaptık, bilen veya duyan var mı?

Çok acı ama üç beş gün sonra Bartın’ı da unutacağız!

Çünkü ülkemizin gündeminde çok ama çok daha önemli konular var!

Hani hatırlarsınız bir ara aklı evvel biri demişti ya; “Üç beş Mehmet öldü diye Meclis toplanmaz” diye….

Bakın Meclis ne kadar hızlı ve güzel çalışıyor!

İktidara göre dezenformasyonla mücadele yasası, gerçekte ise bizim istemediğimiz şeyleri konuşmayacaksın yasasını nasıl da cansiperane mücadele ederek çıkardılar.

Bu görkemli başarılarını Meclis’te hatıra fotoğrafı ile taçlandırdılar!

Yasanın özeti şudur; Amasra’da madende patlama oldu. Şu ana kadar 41 insanımızı kaybettik. İnşallah artmaz ama sayı her an artabilir.

“Resmi açıklamalar doğru değil, daha fazladır” derseniz veya yanlışlıkla 51 diye yazar ya da konuşursanız “korku ve panik yaratmak, kamu güvenliğini tehlikeye düşürmek” suçundan yargılanabilirsiniz. Yargılanırken tutuklanacağınızı söylemeye gerek yok zaten.

“Korku ve panik yaratmak, kamu güvenliğini tehlikeye düşürmek” tamamen soyut kavramlar, her şeyle içini doldurabilirsiniz.

Kamu güvenliği gerekçesiyle sanatçıların konserlerinin yasaklandığı düşünülünce…

Kraldan çok kralcıların işi vardıracağı boyutun daha da korkunç olacağı kesin görülüyor.

Bu kafayla konuşmak şöyle dursun; acılarımıza bile ağlayamayacağız.

*****

Ozanların dilinden

Aşık Mahzuni Şerif’in bütün şiirleri 1985 yılında kitaplaştırıldı. Fakat Abdurrahim Karakoç’a ait 5 şiir de sanki Mahzuni Şerif’e aitmiş gibi kitabın içinde yer aldı. Durumu öğrenen avukatı olayı Abdurrahim Karakoç’a anlatır; “Yaptığı ayıp, sen bana vekâletini ver, hakkımızı arayalım” der.

Avukat hem yayınevine hem de Mahzuni’ye bir protesto çeker. İki hafta sonra Mahzuni’den cevap gelir. Özetle şöyle demektedir:

“Kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır. Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu. Sen bir Ağrı Dağısın Karakoç Baba, bense yanında küçük bir tepe. O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir ‘İsyanlı Sükût’ etmez. Boş ver mahkemeyi, hâkimi.
Cezamı sen kes. Karakoç’un şeriatına boynum kıldan incedir.”

Bu satırların altında da muhteşem bir şiir…

Karakoç Babaya

Elbistan yiğidi Karakoç Baba
Kumanyalar bizde azık değil mi?
Bizim yöremizin gerçek diliyle
Haksıza gözümüz kızık değil mi?

Atına binmeyi bilmeyen tatar
Kendi hayalinde ciritler atar
Beşimiz tok, on binimiz aç yatar
Böyle bir sisteme yazık değil mi?

Sülâlem sermemiş yırtılmış sergi
Vallahi dediğim değildir yergi
Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi
Böyle bir adalet kazık değil mi?

Az değildir Karakoç’tan aldığım
Boşa mıydı Mahzunîlik bulduğum?
Sen, ben söylemezsek kurban olduğum
Bizdeki ozanlık bozuk değil mi?

Avukat, Abdurrahim Karakoç’un yanına varıp mektubu uzatarak; “Mahzuni Şerif beni mahvetti, sıra sen de ağabey” der.

Karakoç mektubu eline alınca daha ilk satırlarında gözleri buğulanarak, mahcubiyetten elleri titreyerek okumaya başlar. Sıra şiire geldiğinde hisleri aynen satırlardaki gibidir.

Sanki bir bulut kaynadı Nurhak Dağlarından, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç’un başına çöreklendi.

Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu: “Keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık.”

Yukarıda adı geçen Abdurrahim Karakoç’un “İsyanlı Sükût” şiiri…

Gitmişti makama arz-ı hal için,
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim...
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı.
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı, neden sonra garsonu gördü,
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım canevime döktüler ateş.
Sordum: 'Memleketin neresi gardaş?'
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini, vazgeçti birden,
'Oy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

*****

TEBESSÜM

Beyin

Temel’e sormuşlar:

- İki tane beyne sahip olan kimdir?

- Hamile kadın!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Gönül istiyor ki, insanın insana zulmü bitsin.

Abdurrahim Karakoç