Geçmişteki futbol mantalitesiyle günümüz futbolu çok farklı. Oynanan futbol, dönen milyon avrolara dayanmış transferler, bahis meselesi falan değil mantaliteden kastım. Kastım, futbolcularla taraftar ilişkisi ve spor yazarlarının futbolculara bakış açısı.
Bunu anlamak için isimleri geçmişten günümüze gelen futbolculara bakalım. Futbol tarihimize adları altın harflerle yazılmış; Metin Oktay, Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu, Baba Hakkı... Her biri kendi taraftarının gözünde idol olan bu isimler, acaba günümüzde futbol oynasalardı aynı şekilde takdire şayan olurlar mıydı? Sanırım bunun cevabı "hayır" olacaktır.
Geçmişteki futbol anlayışında bir takıma emeği geçen bir futbolcuya sonsuz bir saygı vardı. İçlerinde idolleşenlerin özel bir yeri vardı taraftarın gözünde. Bunların hiç mi kötü futbol oynadıkları maçları olmadı, hiç mi yanlış yapmadılar? Nihayetinde hepsi de etten kemikten oluşan bir insandı, iyi zamanları olduğu gibi az da olsa kötü zamanları da olmuştu. İşte tam da burada, bahsettiğim "mantalite" konusu devreye giriyor. Taraftar, ne olursa olsun benimsediği bir futbolcuyu o dönem asla bırakmıyordu. Tabi burada o futbolcuların aidiyet duyguları da rol oynamaktaydı.
Günümüz futbolunda yukarıda bahsettiğim anlayış yok. Bir futbolcu isterse 15-20 maç iyi oynasın, takımına maçlar hatta şampiyonluklar kazandırsın. Bunların ardından 2-3 maç bir nedene bağlı olarak kötü oynasın, daha düne kadar omuzlarında onu taşıyan taraftarınca acımasızca yerden yere vuruluyor. Dünkü hizmetlerinin bahsi bile geçmiyor. Varsa yoksa bugün.
Bunun tersi de olabiliyor. Dün yerin dibine batırılan bir oyuncu 2-3 maç takımını taşısın, bu defa da aynı taraftar grubunca yere göğe konulmuyor.
Spor yorumcularının da taraftardan pek bir farkı yok. Aynı davranışları sergiliyorlar. Belki de taraftarı bu tip davranışlara onların yorumları yönlendiriyor.
Bu konuda son dönemde o kadar çok somut örneklerle karşılaşıyoruz ki birkaç örnek vereyim.
Arap kulüplerinin yaklaşık 20 milyon avroluk yıllık tekliflerini kabul etmeyerek, yarısı bir bedele Galatasaray'a gelen Icardi en göz önünde örnek. Icardi'nin gelişi sonrası Galatasaray onun sayesinde 2 yıl üstüste şampiyon oldu, adına besteler yapıldı, takım kaptanlığına getirildi. Bu dönemde futbola ilgi duymaya başlayan çocukların çoğu Icardi sevgisinden Galatasaraylı oldu. Ancak Icardi yaklaşık bir yıl önce ciddi bir sakatlık geçirdi. Uzun süren iyileşme sürecinin ardından sahalara döndü. Ama Icardi eski Icardi değildi. İstediklerini sahada veremiyordu. Taraftar ne yaptı bu durumda? Hemen onu dışladı. Yerine isimler aranmaya başlandı, "Aman oynamasın takımı ağırlaştırıyor." muhabbetleri başladı.
Icardi gibi bir yeteneği dışlamak ve onun sahanın her yerine yetişmesi beklentisini bir tarafa bırakıp, topu ona taşıyacak futbolcular olsa belki de ondan yararlanmayı sürdürebilir Galatasaray. Ama işin kolaycılığına kaçılıyor. Sabırsızlık var. O gitsin, bu gelsin bakışı en çok tutan tez.
Galatasaray'da bunun örneğini Muslera'da da yaşadık. Onun da kötü maçlarının ardından artık futbolu bırakma zamanının geldiği söylendi. Sonrasında yine birkaç maç iyi oynayınca "Kaplan Muslera", "Aslan Muslera" sesleri yükseldi. Muslera belki de bu nedenle futbolu Galatasaray'da bırakmak yerine ülkesine döndü. Üstelikte takımı şampiyon oldu, hem de finalde Muslera'nın kurtardığı 2 penaltıyla.
Madem örnekler Galatasaray'dan gidiyor, birkaç örnek daha..
Yunus, Barış, Sane. Bu isimler tam da izah etmeye çalıştığım gibi her iyi maçı sonrası göklere çıkarılan ve hemen ertesinde yaşadıkları her kötü maç sonrası yerle yeksan edilenler içerisinde en bariz örnekler.
İşte tam da bu nedenlerden dolayı soruyorum, "Acaba Metin Oktay bu devirde oynasa ve formsuz bir dönem yaşasa ne olurdu?". Sanırım bu kafa yapısıyla idollüğünü falan bırakmazdık. Metinler, Lefterler, Canlar iyi ki dönemlerinde yaşamışlar. Şimdi futbol oynasalardı çoktan onların da arkasına teneke bağlardık.
Vefa olmayan sektörlerin başında herhalde futbol gelir. O nedenle "Futbolda dün yok, nankörlük var" diyorum.