Halide Nusret, çocuk sahibi olduğunda keşfetmişti.  “Büyük kudretine pek çok inandım, / Seni tâ içimden sevdim ben, Tanrım. / Gönlüme tecelli eyledin sandım; / Yavrumu bağrıma basarken, Tanrım;” derken yavrusunda Allah’ın tecellisini görür gibiydi.

“Yakarı” adlı şiirinde, zorlu yolculuğunu yine süssüz ve içten bir dille anlatmış, zaman zaman şüpheye düştüğünü itiraf ederken Allah’ın bağışlayıcılığına sığınmıştı:

“Şüpheyle tereddütle yürek yandığı anlar / Mahkûm ederim suçlu görüp kendimi kendim. / Âlemlere şâmil keremin, mağrifetin var, / Sen affını çok görme benim Rabbim Efendim.”

Arz-ı Hâl şiirinde de benzer itiraflar vardı. Dünyanın gailesine dalıp haktan uzaklaşmış olmanın özrünü diliyordu:

“Hakka yarar işim yoktu / Ama derdim, gamım çoktu… / Hasretin bağrımda çoktu / Ben sana nettim efendim? (…) / Yıkılmışım… Koma böyle / Sultanım, suçumu söyle! / Affet beni, himmet eyle, / Ben sana nettim efendim?”

Dört kıtadan oluşan şiirde her dörtlükten sonra “Ben sana nettim efendim?” tekrarları, şiirin duygusunu okura geçiriyor, ahenk yaratıyordu.

Zorlutuna’nın aşağıya aldığım “Gönül” adlı şiiri de aşkın diriltici, kavuşturucu, birleştirici niteliği ön plana çıkarıyordu:

 Yıllar yılı kapı kapı dolaştı

Bulmadı bir dolu peymane, gönül

Deryaları geçti, çölleri aştı

Çırpındı divâne divâne gönül.

 

Yandın gayrı… Bu susuzluk pek yaman!

İçerimde ateş, başımda duman…

Hakikat nurunu eriştir, aman,

Dinlemez efsun-u efsane gönül.

 

MEVLÂNA'sın, gönüllerin sultanı,

Âşıklar Kâbe’si, aşkın vatanı.

Efendim!.. Devletlim!.. Cânımın cânı!

Hüsnüne ezelden pervane gönül.

 

Pîrim! Tut bu çaresizin elinden;

Kurtar onu, kurtar gurbet elinden,

Sen anlarsın âşıkların dilinden

Sende mâmur olsun virâne gönül!

Halide Nusret Zorlutuna, zaman zaman Yunus’u da konu edinmişti. O mertebeye ulaşmak çabası göstermişti. “Yunus’un Yollarında” şiirinde şöyle yazmıştı:

 “Yüce Tanrı, şimdi derdim yalnız bu: / Dilediğim gibi yanamıyorum! / Avareyim aşkın illerinde ben, / Koşarım Yunus’un yollarında ben, / Susuzum hasretin çöllerinde ben / Aşkına bir türlü kanamıyorum!”

 “Benim İçin” şiirinde de Zorlutuna, dağları, denizleri, gökleri, yıldızları, ufku, çocukları kısacası tüm tabiatı ve yaşamı Allah’a şükretmenin bir aracı olarak görmüştü. Bu dünya Allah’ın bir eseri olarak haz doluydu.

“Benim için mi yarattın bu dünyayı Allah’ım?

Dağları böyle gönlümce yeşil,

Denizleri ışıl ışıl…

Gönlümce serin,

Gönlümce sıcak…

Benim için mi yarattın bu gökleri,

Bu yıldızları Allah’ım?

Böyle masmavi, derin,

Hayalimce zengin,

Gönlümce parlak…

Benim için mi yaratıldı Allah’ım bu çocuklar?

Böyle gönlümce güzel,

Alınları gönlümce ak,

Bakışları bahar bahar… Berrak!..

Ufuklar ağardı,

Niyaz dolu,

Haz dolu gökler ve yer;

Şükürler sana Allah’ım şükürler

 İnsanoğlu bazı hallerde, içinde var olduğu değerleri, güzellikleri görmüyor. İşgal yıllarında Halide Nusret, “Git Bahar” adlı şiirinde “Çekil bu gölgeli yolda gezinme, / Bahar bakışların  yine pek sarhoş. / Yanılıp gönlüme misafir inme, / Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, / Mâbettir orası, meyhane değil!” demişti. Baharın renk cümbüşünü, coşkusunu, hercailiğini, tazeliğini kalbine kabul etmeyen şaire, kara bulutların dağılmasından sonra, bahar özlemiyle deli divane olacaktı. “Gel Bahar” adlı şiirinde, baharın gelmesini, yolun karlarını eritmesini, bülbüllerin şarkılarını dinlemesini, güllerin kıpkızıl şarabını içmesini, dünyanın bir meyhane olduğunu söyleyecek çok güzel bahar tasvirlerinin arkasından şiirini şöyle bitirecekti:

“Gel bahar, gel bahar, yakınlarda gül!

Denize renginden armağan bırak

Ufuklarda gezin, semaya süzül

Sonra yavaş yavaş in, içime ak!

Gönlüm hasretinle divanedir, gel!”

 Halide Nusret’in çocuk edebiyatı alanındaki anı kitaplarını da göz önünde bulundurulmalı.