Hayatımda verdiğim en büyük iç sınavlardan birini yaşıyorum. Aklımın bir yarısıyla hayat gailesi zaruretlerini asgari oranda yürütmeye çalışırken, diğer yarısı neredeyse hiç çalışmıyor. Çalan telefonlar veya yapılacak işler mesai saatlerini görece rahat geçirmemi sağlasa da bazen konuşmakta bile zorlanıyorum. Konuşabilsem bile sustuğum anda “böyle bir zamanda ne konuşuyorum ki” diye kendime kızıyorum. Verilmiş sözler ve sorumluluklar olmasa çalışmayı dahi düşünmüyorum. Öğlen vakti geçmiş, yemek yemeyi unutmuşum, hatırlıyorum ama canım istemiyor. Yesem bile iki lokma, sonra yediğimden utanıyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.

İş bir şekilde hallolup mesai saati bitince yeni bir sınav başlıyor. Eve giderken bir şeyler almak için markete uğruyorum. Nasıl bir dalgınlık haliyse, elimde boş market sepeti, kendimi alakasız bir reyonda ürünlere bakarken ama görmezken buluyorum. Sevdiğim peyniri, içtiğim meyve suyunu, kuruyemişi, temel malzemeler dışında hiçbir şeyi alasım gelmiyor. Yaşamak dışında ne yapsam lüks hissediyorum. Zaten henüz alışamadığım fiyatlar ile “bu insanlar bunu nasıl başarıyorlar” düşünceleri arasında avare gibi gezerek 5dk’lık alışveriş için yarım saat harcıyorum. Zevkime hitap edecek tek bir şey dahi almaya utanıyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.

Araçla eve giderken boş boş sağa sola bakıyorum. Tüm radyolarda hüzünlü şarkılar çalıyor. Kafamı dağıtır diye hareketli bir şarkı açsam da iyi gelmiyor, zaten dinleyemiyorum. “Bu binalar yıkılsaydı hangi yöne devrilirdi” veya “bu sokağa araç girebilir miydi” düşünceleri arasında yolu uzatarak eve gidiyorum. Ruh halim eve yansımasın, oğlum huzursuz hissetmesin diye gülmeye, TV’yi açmamaya, bu konuyu konuşmamaya çalışıyorum. Farklı bir şey konuşacak olsam odaklanamıyor, annesinden bir şey gizlemeye çalışan ama beceremeyen bir çocuk misali, saflık ile yalancılık arasında bir ifadede kalakalıyorum. Komik bir şeyler açıp havayı dağıtmaya çalışıyorum ama olmuyor, gülemiyorum. Bir an dalıp tebessüm etsem gülümsememden utanıyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.

Derken gece oluyor. Karanlık bir odada, düşüncelerimle baş başa kalıyorum. Beynim z raporu almaya çalışırken diğer yarısıyla savaşıyor. Düşünemiyorum ve düşünmemeyi beceremiyorum. Gözümün önünden sahneler, kulağımdan sesler, zihnimden düşünceler gitmiyor. Anneler, babalar, çocuklar… Ah o çocuklar… Ağlamamak için… Bu defa tutamıyorum.

Karmakarışık iç dünyamda netliğinden emin olduğum tek düşünce şu: Her acı bir tecrübe, her tecrübe bir başka acıyı engelleme şansı doğurur. Toplumsal yaramızı sarmak için canla başla mücadele etmeye devam ederken, başka acılar yaşanmaması için gereken önlemleri alalım. Geçmişten, bugünden, on binlerce candan… Artık bir şeylerden ders alalım.

Ağlamamak için…