Dünkü  yazımda 113. Ölüm yıldönümü dolayısıyla Şair Eşref’in şiirlerinden örnekler vermiştim. Bugün de birkaç beytini yazacağım ama önce hiciv anlayışından ve biyografisinde kısaca söz edeyim:

Hiciv Eşref’in benliğine işlemişti. Öyle ki, dinî motifler taşımasına rağmen gazellerinde bile hicve yönelmekten kendini alamıyordu. Yaşadığı zamanın sorunlarıyla ilgileniyordu. Devletin işleyişi ve toplumdaki aksaklıklardan çok defa Sultan Abdülhamid’i ve çevresini sorumlu tutuyordu. Zaman zaman onları hakarete ve müstehcenliğe varan bir dille eleştirirdi.

Şair Eşref yürekliliğinde şairler bir daha gelir mi gelmez mi bilemeyiz ama, o devlet ve toplum hayatında görülen zulüm, suistimal, rüşvet, iltimas, cehalet ve miskinlik gibi bozukluklara vatan, millet, hürriyet, adalet ve liyakat gibi fikirlerle karşı koymaya çalışmıştı. İçerik açısından yeni olan şiiri şekil ve üslûp bakımından eskiye bağlıydı.

Manisa’nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında doğmuştu. Nüktedanlığı aileden geliyordu. Babası Hâfız Mustafa Efendi de nüktedan ve hoşsohbet bir din bilginiydi. Annesi Ârife Hanım’ın hâfız ve şair olduğu söylenirdi. Özel olarak matematik ve tarih dersleri aldı. 1870’ten itibaren Manisa ve  Turgutlu’da tahrirat kâtipliği, Akçahisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü yaptı. 1878’de İstanbul’da bir imtihana girerek üçüncü sınıf kaymakamlık ehliyetnamesi aldı ve Haziran 1879’dan Aralık 1902’ye kadar Fatsa, Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbîkaraağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç ve Gördes kazalarında kaymakam olarak çalıştı. İçkiye düşkünlüğü ve hicivleri sebebiyle memuriyet hayatı pek başarılı geçmeyen Eşref, yine bu hicivleri ve Jön Türkler’le münasebeti dolayısıyla bir jurnal sonucu Jön Türkler’den Tevfik Nevzat ve Hâfız İsmâil ile birlikte İzmir’de tutuklanarak İstanbul’a gönderildi (1902). Muhakeme neticesinde Prens Sabahaddin’in babası Damad Mahmud Celâleddin Paşa’nın Avrupa’ya kaçmadan önce gönderdiği mektupları ve bazı devlet adamlarına yazdığı hicviyeler yüzünden bir yıl hapse mahkûm edildi. Cezasını tamamlayarak gittiği İzmir’de çevresinin boşalması ve tekrar bir jurnalle hapsedilme korkusuyla Ağustos 1903’te Mısır’a kaçarak Meşrutiyet’in ilânına kadar orada ikamet etti. Kısa sürelerle Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta da kaldığı bu dönem Eşref’in edebî hayatının en verimli yıllarıydı. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra büyük ümitlerle yurda döndü. Turgutlu kaymakamlığı ve Adana vali muavinliğine tayin edildi. 1909’da emekliye sevk edildi. Aşırı içki sebebiyle yakalandığı verem hastalığından 22 Mayıs 1912’de son yıllarını geçirdiği Kırkağaç’ta öldü.

Şair Eşref’ın taşlamaları oldukça sertti.  Bakınız ne diyor:

 «Ey pâdişâh-ı âlem, düşman mısın zekâya?

Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın;

Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,

Havf eylerim yakında Kur’ân’ı kaldırırsın.»

Mısır’da iken eğer dönmezse varlığının haczedildiğine ilişkin haberleri görünce, şunu yazdı:

“Koçan şeklinde hıfzettim, getirdim Mısra birlikte,

Gıyaben haczedin kim müşterisi kum kadar çoktur

Hicap etmekteyim amma efendi doğrusu lafın,

S.kimden başka bende hacze layık manalet yoktur!”

Şair Eşref bir taşlamasında şöyle yazmıştı:

“Besmele gûş eyleyen seytan gibi,

Korkuyorsun „höt“ dese bir ecnebî

Padisahım öyle alçaksın ki sen,

İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi!”

 Günümüzde böyle bir şey yazacak biri var mıdır diye sormuyorum. Çünkü kimse yazmasın. Sürekli çekiştiği Arap İzzet kim? Birkaç cümlede anlatayım:

Arap İzzet Holo Paşa, 1852 yılında Şam'da doğdu. Şam'ın eşrafından Holo Paşa'nın oğluydu. 1890 yılı civarında Yıldız Sarayı'na girdi. II. Abdülhamit döneminde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi, vezir, hafiye örgütünün yöneticisi oldu. 

Sakın ha bunları okuyup da  "Tam bugüne uygun!" deyin. Kimse sizi Silivri valiliğine sürmez. Aman haaa! Aman haaa!