Eski Türkiye’de muayene olabilmek için sabahın köründe hastanelerde kuyruğa girerdik diye eleştirilirdi.
Gelinen noktada, sabahın köründe değil, gece yarısından bekleseniz de hastanede muayene olamıyorsunuz.
Hastanede muayene olabilmek için önce randevu almanız lazım ama randevu alabilmek neredeyse mümkün değil.
Hastanelerde en fazla 15 gün sonrası için randevu ekranı açılıyor. Ne yaparsanız yapın, özellikle büyükşehirlerde randevu alabilmek mucizelere kaldı.
Bütün randevular dolu görülüyor. Kazara bir randevu alabilseniz de muayene olabilmeniz garanti değil. Bir gün önce gelen bir mesajla randevunuz iptal edilebiliyor.
Öyle bir hale geldik, getirildik ki; çoğu sağlık ocağı bile randevusuz hizmet vermiyor.
Polikliniklerde randevu alamayanlar, mecburen acillere yöneliyor. Bu kez acillerde aşırı yoğunluk oluşuyor. Ancak aciller de çözüm olmuyor; çünkü filmi, tahlili, tedavisi için yine hastaneden randevu almanız gerekiyor.
O kadar hastane yapıldı; şehir hastaneleri ile övünülüyor… Gel gör ki, basit bir muayene için bile aylarca bekleniyor.
Herkes randevu alamamaktan haklı olarak dert yanıyor ancak sağlıkta çok daha büyük bir sorun var.
Asıl sorun yoğun bakımlarda, ameliyat ve yatarak tedavilerde yaşanıyor…
Hastanelerde yer yok, hasta olup tedavi olmak isteyen de aylarca sıra bekliyor. Ambulansla hastaneye götürülenlere bile yer bulunamıyor.
Hatırlarsanız, ambulans şoförü hastalara yer bulamadığından protesto etmek için kendini ambulansa kilitlemişti.
Sadece yoğun bakımlar değil, normal odalar bile dolu, hastanelerin çoğunluğu gelen hastayı zorunluluktan geri çeviriyor.
Şansınız yaver gitti; hastanede yer buldunuz ve yattınız. Bu kez uzman doktor sıkıntısı yaşanıyor. Koskoca şehir hastanelerinin bazılarında yeterli uzman yok. Hatta hiç uzman doktor olmayan branşlar bile var.
O kadar acı örnekler var ki, insanın inanası gelmiyor…
Acil hasta, yoğun bakımda yer yok diye hastane kapısından çevriliyor; ısrarla hatıra binaen acile alınıyor, acilde bekletiliyor.
Araya siyasiler giriyor, rica minnet yoğun bakımda yatırılıyor. Yaklaşık 20 gündür yoğun bakımda yatıyor ama hâlâ teşhis konulamıyor.
Gerekçe, bu alanda uzman doktor yok.
Hastanın durumu Allah’a kaldı…
Bunun gibi birçok talihsiz örnek var.
Devasa binalar yaparak, sağlıkta sorun çözülmüyor.
Giderlerse gitsinler demekle de hastalar tedavi olamıyor.
*****
Kafama takmıyorum!
Genç doktor ilk kez göreve başlayacağı memleketine doğru yola çıkmış. Gelen hastalara doğru teşhisi yapabilecek miyim, doğru ilacı yazabilecek miyim diye heyecandan yerinde duramıyormuş.
Görev yapacağı köye gitmiş, yerleşmiş. Ertesi gün sağlık ocağında hastalarını beklemeye başlamış. İlk hastası Temel gelmiş. Tanıdığı birini görünce mutlu olmuş genç doktor. Kısa bir sohbetten sonra Temel’i muayene etmiş, şikayetlerini dinlemiş. Temel ishal olduğunu, tuvaletten çıkamadığını anlatmış.
Genç doktor ilacı yazacak ama ilk günün heyecanıyla ilacın ismi bir türlü aklına gelmemiş. Yanlışlıkla depresyon tedavisinde kullanılan bir ilaç yazmış. Bu ilaç, kullanan kişinin mutlu olmasını, hiçbir şeyi kafasına takmamasını sağlıyormuş.
Doktor, aradan bir süre geçtikten sonra Temel’i merak edip köyün kahvesine gitmiş. Bakmış Temel kahvehanedekileri gülmekten kırıp geçiriyor. Şakalar, fıkralar, komiklikler…
Yanına gitmiş;
- Temel ishal durumun nasıl?
- İshalim eskisi gibi doktor. Her yerimi pislik götürüyor ama hiç kafama takmıyorum!
*****
TEBESSÜM
Ressam
Ressam, galeri sahibine sergide resimlerinin ilgi görüp görmediğini sordu. Galeri sahibi şöyle cevapladı:
- Sana bir iyi, bir de kötü haberim var. İyi haber; bir beyefendi senin resimleri inceledi ve sen öldükten sonra bu resimlerin kıymetlenip kıymetlenmeyeceğini sordu. Ben de “evet” dedim. Bunun üzerine 15 resmin tamamını satın aldı.
“Harika!” diye bağırdı ressam:
- Peki, kötü haber ne?
- Adam senin doktorundu...
*****
GÜNÜN SÖZÜ
İnsana en acı veren şey, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur.
Dostoyevski