Cumhuriyet Türkiye’sinin en güçlü şairlerinden Mustafa Necati Karaer, otuz yıl önce 15 Mart 1995’de aramızdan ayrılmıştı. Yakınında bulunmuş, sanat ve bürokrasi yolunda hocam olmuştu 1929 yılında Kayseri'de doğdu. 1947'de o zamanlar Konya'da bulunan Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1949'da Harp Okulu'nu bitirdi. İstihkam subayı olarak İstanbul, Bursa, Ezine, Sarıkamış, Ankara ve Kırklareli'nde görev yaptı. Dışarıdan Hukuk Fakültesini bitirdi. 1969 yılında Ordudan ayrılarak Basın İlan Kurumu'na girdi. İlk şiiri 1942 yılında Çınaraltı dergisinde çıkmıştı.

Şiir kitaplarından "Sevmek Varken", 1972'de Atatürk'ün doğumunun 100 üncü yıldönümü nedeniyle Kültür Bakanlığı'nın açtığı yarışmada birinci olan "Kuşlar ve İnsanlar" 1982'de, Kerem ile Aslı 1985'de yayınlanmıştı. Karacaoğlan üzerine bir araştırma kitabı bulunan Karaer'in "Ses Mimarlarımızdan"ı 1996'da kitap haline getirildi.

Mustafa Necati Karaer’in çalışma hayatının da bir bölümünde onun mahiyetinde çalıştım. Bu sürenin bende tek kelime ile özeti titizliğidir.

Özel ve iş hayatında böylesine titiz bir kişinin aynı titizliği sanatında göstermemesi düşünülemez. Bir antolojide onunla ilgili yazılan şu cümleyi beğenir ve çoğu zaman naklederim.

“Geçmişle günümüzü kaynaştıran buluş ve hayallerle örülü, teze, oturmuş, sakin ve işçiliği titiz şiirleriyle Karaer, yeni şekil, vezin ve tarzlar denemiş, halk şiirinin, türkülerinin ve hikayelerinin büyüsünü şiirlerinde hissettirmişti.”

Hukuk öğrenimi de gördüğünden kurallar koymakta son derece titizdir. Ama koyduğu kurallara önce kedisinin uymasında da aynı titizlik içerisindedir.  Buradan sözü Hisar’a getireyim.  Edebiyat Tarihi Kronolojisine göz atarsanız, 1950 yılının karşısında “Garip Şiir Akımı’na karşı doğan Hisar Grubu, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer gibi isimlerle birlikte "Hisar" dergisini çıkarmaya başladılar” cümlesini okursunuz.

Hisarcıların görüşlerini ortaya koyan bildiri  şöyle özetlenebilirdi:

1- San’atçı bağımsız olmalıdır. Bir doktrine angaje olmak san’ata ihanettir….. San’at, insanın yalnız nasıl olduğunu değil, nasıl olabileceğini, yani dar bakışla anlaşılamayan güçlerini de anlatarak kişiye ve topluma yeni özler katmalıdır. Buna “Sosyal Gerçekçilik” dedikleri sığ realizmle ulaşılamaz.

2- Millî olmayan san’atın sınırlarımızı aşacağı düşünülemez. Her edebîyatın millî şekilleri ve görüşleri vardır. Yenilik bunların geliştirilmesidir.

3- San’atçının dili yaşayan dildir. Çünkü san’atçı diliyle vardır. Halka onunla seslenir. …. Hisar, dilin sadeleşmesini candan istemekte, buna çalışmakta ve işte bundan dolayı “tasfiyeci”lere karşı çıkmaktadır. Halkın kullandığı, benimsediği, Türk hançeresine göre düzelttiği kelimelerimizi Arapça veya Farsça diye öldürmek barbarlıktır.

Karaer Hisarcılar olarak konulan bu kuralların ve görüşlerin arkasında ve uygulayıcısı oldu.

Aynı titizliği Türk musikisini temelinde yücelten ve anıtlaştıran bestekârlarımızı, şiir diliyle anlattığı “Ses Mimarlarımızdan”da göstermişti.

GEÇEN BAHAR

Yine getirdiğin yeşil bir sis / Bahar, of bahar. / Ellerim bilekten kesilmiş,  / Ben sizi tutamam artık / Dallar, of dallar.

Upuzun telgraf direklerine / Kuşlar konar, kuşlar kalkar. /Bir daha gelmeyecek  / günlerin akşamında / Unuttuğum şarkılar sendedir / Rüzgâr, of rüzgar.

Ne ebemkuşağının turuncusu, / Ne akşam eve geç kalma korkusu; / Şimdi kulaklarımda o derenin yalnız sesi var, / Bir de karanlıklar boyunca saçların /

Uzar, of uzar.

Mevsimler eskir, yollar kısalır, / Zamanla güzelleşir hatıralar; / İlk sevgim, ilk şiirim, ilk kederim, / Ben eski gözlerimi isterim  / Yıllar, of yıllar.

Her şey öylesine başkalaşmış / Masmavi olsa da gökyüzü, / Bu eller bile benim ellerim değil;  / Bir daha sevmek ihtimali olmasa  / Var, of var.