Karacaoğlan, olağan üstü bir gözlemci, gördüklerini kendi iç dünyası ile harmanlayıcı ve dizelerini fırça gibi kullanarak gözlerimizin önüne doyulmaz güzellikte tablolar koyucudur.

Karacaoğlan’ın şiirlerinde güzel anlatılmaz, resmi yapılır. Onun güzeli, kömür gözlü, sırma saçlı, ok kirpikli, ceylan bakışlı, ince sedef dişli, bal ve kiraz dudaklı, gül yüzlü, siyah zülüflü, mor belikli, tülü maya yürüyüşlü, güvercin duruşlu, keklik sekişli, kumru sesli, yayla çiçeği kokuşlu, usul boylu, püskürme benli, kınalı parmaklı, kadife şalvarlı, şal kuşaklı, ala gözlü, gümüş hal hallıdır.

Belli ki yaz bahar aylarının geldiği demdir. Ilgıt ılgıt seher yellerinin estiği bu yemyeşil ovalarda ve yaylalarda Arap atları, tülü mayalar, akça cerenler, emlek kuzular, kınalı keklikler, çakır doğanlar, yavru şahanlar, telli turnalar, üveyikler, kırlangıçlar, turaçlar oynaşmaktadır.  Göllerinde sığınlar, yani benekli geyikler,  ördekler, ağca kuğular yüzmekte, bahçelerinde kumrular,  garip bülbüller ötmektedir.

Diğer yandan kara çadırları, beserek develeri, davarları, koyunları, kuzulan, Arap atları; at üstündeki yiğitleri; allı yeşilli birbirinden alımlı Türkmen kızlarını,  ötüşen kuşları,  buz gibi suları; yemyeşil yaylaları hasılı bir göçebe yaşamından görüntüyü tuvalinize yerleştirebilirsiniz.

Karacaoğlan’ın şiiri bir resimdir. O resmin içinde hep güzeller vardır. Bu güzeller Türkmen anaları, bacıları, yavuklularıdır. Bu güzeller bütünüyle doğanın kendisidir. Yurt manzaraları, insan manzaraları, Karacaoğlan şiirinin, duygu, anlam ve ahenk uyumu gibi, yerli yerindedir. Ne bir fazla, ne bir noksan.

Karacaoğlan resim çizmeye güzelin başından başlıyor: Baş güzelliğini biçimlendirirken, saçın görünüşünü, rengini, taranışını tespit etmeyi ihmal etmiyor. Saçlar tel tel taranıp ince bele dökülmelidir. Zülüfler bir yana dükülmeli, kaküller kıvrım kıvrım gönüllere çengel atmalıdır. Ay parçası kar gibi bir yüz, örgü örgü siyah saçlar ve siyah kaküller görüntüye düşmelidir.

 “Sabahtan uğradım ben bir güzele, / Alâ gözlerine sürmeler çekmiş.  / Taramış zülfünü dökmüş bir yana, / Salıvermiş ince belin üstüne...”

 

Gözünün önünde yüz şekillenmeye başlıyor:

“Ak imiş gerdanın beyazdır kardan / Alnın gevherdenmiş cemâlin nurdan, / Dişin sedeftenmiş, dudağın dürden; / Lebin kaymak çalar balın üstüne.”

Güzelin aksesuarları da Karacaoğlan’ın çizdiği tablolar içinde yerini alır. Karacaoğlan, güzeli küpesiz düşünemiyor. “Bir çift güzel gördüm yolda yolakta, / Altın küpe şan veriyor kulakta.” diyerek küpenin vazgeçilmezliğini belirtiyor. Türkmen obaları yeni bir yere konmuştur. Güzeller bir kaynak başında su içmekteyken, kulaklarındaki küpeler parlamaktadır. Karacaoğlan iç geçirir ve dağlarla söyleşir;

“Küpeler kulakta mum gibi yanar, / Gördükçe efkarım artıyor dağlar.” der.

Karacaoğlan’nın tablolarına giren güzellerin gözleri can alıcıdır. O gözler ki, rengi alâdır. O gözler ki  ahu gibi bakar. O gözler ki sürmelidir. O gözler ki üzerindeki kaşlar kara ve  hilal nakışlıdır. Güzel güler, gülünce dişleri görülür. O dişler inciye benzer.  Dört yüz yıl önce, kaç göç yoktur. Güzelin gerdanı görünür. Gerdanda dizi dizi benler dökülür.

Karacaoğlan’ın  deyişlerini bir renk cümbüşü doldurur , renkle şiir tablolarına canlılık, kazandırır.  Allar, yeşiller, sarılar, maviler, morlar yanında bolca aklar ve karalar, alalar, bozlar ve kırlar, hemen hemen bütün bu renkler yerli yerinde kullanılır.

Resimde önemli unsurlardan birisi de ışık dengesidir. Karacaoğlan’ın şiirlerinde de ışık kaynakları yeterince kullanılır. Şiirlerde ay ve güneşle birlikte yıldızların, aya, güneşe benzetilen güzellerin, ay gibi balkıyan kızların, güneş gibi şavkıyan gelinlerin yansımaları vardır. Karacaoğlan’nın şiirleri bir tablo gibidir. Torosların insanını, Torosların doğasını bu tablo şiirlerde bütün renkleriyle, canlılığıyla bulmamız mümkündür.