Cumhuriyet Bayramını kutladık.

Kimileri isteyerek, gönülden, inanarak, saygı, umut ve hasretle…

Kimileri de zoraki, göstermelik, adet yerini bulsun diyerek...

Cumhuriyet’i anlıyor, Cumhuriyet’in ruhuna uygun yaşayabiliyor, Cumhuriyet’in tüm değerlerine sahip çıkabiliyor muyuz?

“Köylere genelge yolladık” diyen Kaymakama, Atatürk’ün “Genelgeyle devrim olmaz” cevabı bugün de geçerliliğini koruyor.

Genelgeyle, kanunla, hatta Anayasaya yazmakla da Cumhuriyet korunmuyor, Cumhuriyet’e sahip çıkılmıyor.

Öncelikle zihniyet olarak Cumhuriyet’e sahip çıkmak şarttır.

Diktatörlükle yönetilen ülkelerin büyük kısmı “Halk Cumhuriyeti”, “Demokratik Halk Cumhuriyeti” ismini kullanıyor.

Kuzey Kore… Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adını kullanıyor.

Kuzey Kore’de demokrasi dediğiniz şey Devlet Başkanı Kim Yong-Un’un ağzından çıkan sözdür!

Hakeza Çin de öyle…

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk 15 yılda yapılanları hatırlayın…

Kapitülasyonlar kaldırıldı, tüm limanlar, demiryolları, madenlerimiz millileştirildi, tütün ve tarım ürünlerinde yabancı tekel kaldırıldı, milli hale getirildi.

Osmanlı’dan kalan tüm borçlar ödendi.

İlk uçak fabrikası kuruldu, üretime geçti. Sümerbank, Etibank kuruldu, şeker fabrikaları, tekstil atölyeleri gibi binlerce tesis kuruldu…

Tarımda kendi kendine yetebilen ülke haline geldik, birçok ürünü ihraç etmeye başladık.

Milli servetten, topraklarımızdan bir çakıl taşı bile satılmadı.

Sadece siyasi değil, ekonomik alanda da tam bağımsızlığa kavuştu.

Eğitimde ve sosyal alandaki reformları saymıyorum bile…

Öncesinde de çok sorunlar, büyük sıkıntılar yaşandı ama özellikle son 50 yıla bakın.

Özelleştirme ayaklarıyla Cumhuriyet’in bütün milli kazanımları elden çıkarıldı, hatta birçoğu peşkeş çekildi bile denilebilir.

TEKEL ve şeker fabrikaları bile özelleştirme ayaklarıyla yabancılara teslim edildi.

Dünyada kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriyken buğday ve samanı bile ithal eder hale geldik.

O kadar ki, savaştaki Ukrayna ve Rusya’dan Ayçiçek yağı getirebilmeyi büyük başarı saydık, Rusya ve Ukrayna’dan buğday sevkiyatı yapabiliyoruz diye bayram ettik.

Vatan toprağı, ülkenin en güzel yerleri yabancılara satılmaya başlandı. Hatta 250 bin dolarlık ev alana Türk vatandaşlığı bile verildi; şimdi biraz yükselttiler 500 bin dolara Türk vatandaşlığı satılıyor.

Bir gecede cahil bırakıldık diye timsah gözyaşı dökenler… Eğitimde 250 bin öğrencinin sınavda sıfır çekmesini görmezden geliyor.

Okul çok ama neredeyse eğitim yok…

Sadece Cumhuriyet demekle olmuyor, Cumhuriyet’in kazanımlarına da sahip çıkmak gerekir.

Cumhuriyet’i çok daha iyi anlamamız şart.

*****

“Cumhuriyet benim işte!”

Başbakan Süleyman Demirel, seçim meydanında konuşuyordu:

- Baraj, köprü, yol yaptım. Fabrika yaptım…

Kalabalığın içinde bir adam bağırdı:

- Babanın parası ile mi yaptın?

Polis, jandarma, Demirel’in korumaları, hemen bağıran adama doğru harekete geçti.

Başbakan Demirel, görevlilere; “Durun! Adam doğru bir şey sordu. Durun!” dedi.

Sonra da protestocu adama bakarak konuşmaya başladı:

- Senin babanla, benim babamın parasını üst üste koysak yine yetmez. Bu meydandaki herkes, babasının parasını getirse, çuvalla koysak o bile az gelir. Milletin parasıyla yaptım. Sizin verginizle... Ama benden öncekiler yapmadılar, ben yapıverdim. Anladın mı?

Protestocu adam, Demirel’i alkışlamaya başladı:

- Valla doğru söylüyorsun başbakanım. Allah senden razı olsun.

Yıllar sonra Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel, babası Yahya Çavuş ve annesi Ümmühan hanımla Isparta İslamköy’deki baba evini gazetecilere gezdirirken, başını eğerek girdiği kerpiç odaya bir göz gezdirdikten sonra şöyle demişti:

- İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu gaz lambasıyla okur, yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana “Cumhuriyet nedir?” diye sorarsanız. Size cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte! İslamköy’den çıkmış bir köylü çocuğunu Cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.

(Alıntıdır)

*****

TEBESSÜM

Baba malı

Bir köylü Atatürk’ün Orman Çiftliği sınırları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. Onu gördüler. Uyardılar, dinletemediler. Bunun üzerine Atatürk’e söylediler.

Atatürk denetlemeye çıktığı zaman o tarafa gitti. Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek; “İşte budur” dediler.

Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü; yaklaşınca sordu:

- Burada ne yapıyorsun?

Köylü gülümsüyordu. Son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. Sakin bir sesle cevap verdi:

- Tarlayı sürüyorum.

- İyi ama, bu tarla senin midir?

- Değildir.

- Kimindir?

- Atatürk’ündür!

Köylü bu cevapları vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. Bu itibarla dava kaybolmuş demekti. Atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:

- İyi ama, sen başkasına ait bir toprağın ona sorulmadan ve izin alınmadan sürülüp ekilemeyeceğini bilmiyor musun?

Köylü hiç telâş etmiyordu. Aynı sükunetle dedi ki:

- Biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!

Atatürk’ün kaşları çatıldı, büyük bir merak ve hayretle ona sordu:

- Bu hakkı nereden alıyorsun?

- Çok basit... Atatürk bizim babamız değil midir? İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mı işlemiş olur?

Atatürk’ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu; köylünün sırtını okşadı ve “Haklısın” diyerek uzaklaştı...

(Atatürk’ten Anekdotlar- Genelkurmay Başkanlığı)

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister.

Atatürk