Türk Tiyatrosu’ndaki ilk epik tiyatro örneği olan "Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunu ile dünya çapında tanındı.

Oyun ilk kez 31 Mart 1964 tarihinde Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda sahnelendi. 1970 yılına kadar Türkiye'nin büyük kentlerinde toplam 493 kez sahnelendi.

Keşanlı Ali Destanı, aradan yıllar geçmesine rağmen Türk tiyatrosunun temel taşlarından olma özelliğini yitirmedi. Oyunun TRT için çekilen dizi ve sinema filmi uyarlamalarının yönetmenliğini Genco Erkal üstlendi.

Keşanlı Ali Destanı, Cumhuriyetin ilk yıllarından Demokrat Parti dönemine kadarki süreçleri yalın bir dille ve eleştirel bir bakışla gülmece tarzında yorumluyordu.

"Keşanlı Ali Destanı”,  1970 yılında Nüvit Özdoğru tarafından The Ballad of Ali of Keshan adıyla İngilizce'ye de çevrildi. Bu epik oyun Temmuz 1970'de Merkezi Ankara'da olan "International Theatre Institute National Centre of Turkey" tarafından yayımlandı.

Bu oyun yurtdışında Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, eski Yugoslavya'nın çeşitli kentlerinde,  Amerika'dan Lübnan'a birçok ülkede oynanarak, Türk Tiyatro tarihinde bir fenomen haline geldi.

 Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964).

İşlemediği bir suç yüzünden hapishaneye atılan bir delikanlının başından geçen olayları anlatıyordu.

Kendini bildi bileli Zilha'ya sevdalı Ali'nin en büyük hayali, askerden döner dönmez, anasının itirazlarına rağmen, Çamur İhsan'dan Zilha'yı istemekti. Çamur İhsan ise, Ali ve Sipsi'yi bir yarışa sokarak, yüklü bir başlık parası peşindeydi.

Ali, tüm gücüyle çalışarak başlık parasını toplamaya çalışırken; çocukluktan beri belası olan Sipsi'nin soluğunu sürekli ensesinde hissediyordu. Tam Zilha'sına kavuştuğunu düşündüğü zamanda, kumpas sonucu tuzağa düşürülerek, işlemediği bir cinayetten dolayı hüküm giydi.  Saf, iyi niyetli, acemi bir genç olarak girdiği hapishanede yaşadıkları, onu güçlü ve mağrur bir erkeğe, koğuş ağası, anlı şanlı Keşanlı'ya dönüştürmüştü. Öteyandan Kızın öldürülen amcası herkesten haraç toplayan belalı birisiydi.

Ondan kurtulan mahalleli  Ali’yi çok sevdi. Hapisten çıkınca muhtar yaptılar.

 Fakat Zilha Ali’ye yüz vermedi. Mahalleye Bülent adında zengin bir bey geldi. Bülent, eski eşi Nevvara’ya benzediği için Zilha’yı evinde çalışmaya ikna etti.

Haldun Taner, ayrıntısını biraz sonra anlatacağımız, Devekuşu Kabare'yi, Bizim Tiyatro'yu, Tef Kabare Tiyatrosu'nu kurdu. Küçük Dergi'yi çıkardı. Fıkra yazarlığını 1973’ten itibaren Milliyet’te sürdürdü. Öyküleri ve yazıları Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergilerinde de yayınlandı.

Milliyet Gazetesinde "Deve Kuşuna Mektuplar" başlığı altında haftalık köşe yazıları yazan Taner, güncel olayları değerlendirdiği bu yazılarda yaşadığı dönemin bir çeşit edebi belgeselini sundu.

Yazarlığının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde ve Edebiyat Fakültesinde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde edebiyat, sanat tarihi ve tiyatro dersleri veren Haldun Taner, Milliyet Gazetesi yazarlığı yaparken 7 Mayıs 1986’da İstanbul’da hayatını yitirdi.

1953 New York Herald Tribune’nin düzenlediği Uluslararası Hikaye Yarışması Türkiye Birinciliği “Şişhaneye Yağmur Yağıyordu” ile, 1955 Sait Faik Hikaye Armağanı “On ikiye Bir Var” ile, 1972 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” ile, Bordighera Müzik Festivali Hikaye Ödülü “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” adlı eseri ile kazandı. Ayrıca;  1956 Varlık Dergisi’nce Türkiye’nin En Beğenilen Öykü Yazarı seçildi.

Adı, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Kadıköy’deki sahnesine verildi. Milliyet Gazetesi Haldun Taner anısına 1987’den beri her yıl Haldun Taner Öykü ödüllerini düzenliyor.

Haldun Taner, çekişmelerden uzak durdu. Ama inandığı fikirlerinden ödün vermedi. Ölümünün 38. Yılında saygıyla rahmetle arıyoruz.