Ne yazık ki son yıllarda milli bayramlar görmezden geliniyor, önemsenmiyor. Neredeyse yok sayılacak.

Milli bayramlarla ilgili yaptığımız tüm kutlamalar, Anıtkabir’e çelenk koyma ve saygı duruşu, il merkezlerindeki anma ve okullarda yapılan basit törenlerle sınırlı kalıyor... Hoş son zamanlarda bunu da göremez olduk ya...

Okullarda yapılan basit törenler olmasa gençlerimiz milli bayramlardan da habersiz kalacak...

Ağustos ayı Türk tarihinin dönüm noktasıdır denilse yeridir.

Yaz dönemine, başka bir deyişle okulların tatil olduğu döneme denk geldiği için zafer ayı olarak da bilinen Ağustos’taki büyük başarılar unutuldu, unutturuluyor...

Ağustos ayında Türk tarihinin bilinen ilk büyük zaferlerinden biri Malazgirt Meydan Muharebesidir... 26 Ağustos 1071 Cuma günü Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan komutasındaki Türk ordusu, Anadolu’nun kapılarını sonuna kadar açtı... Başka bir deyişle Anadolu’yu kesin olarak Türk yurdu yaptı.

Büyük şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma, Gün doğmadan evvel İklim-i Rum'a, Bozkurtlar ordusu geçti hücuma” dizeleri ile ölümsüzleştirdiği bu büyük zafer, maalesef tarih kitaplarının arasında kayboldu...

Ağustos’taki diğer büyük zafer, Mohaç Savaşıdır... Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Türk ordusu, Budapeşte’nin güneyindeki Mohaç Ovasında, 29 Ağustos 1526 tarihinde Macar ordusunu 2-3 saat süren meydan muhaberesinde darmadağın etmişti...

Ağustos ayındaki son büyük zafer ise Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşıdır...

1922 yılında yine 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz, 9 Eylül’de düşmanların Türkiye’den temizlenmesi ile son buldu... Bu zaferle, Türkiye varlığını ve kuruluşunu tüm dünyaya ilan etti.

Maalesef Büyük Taarruz bile sadece askeri törenlerle kutlanıyor.

Türk tarihi için bu kadar önemli olan büyük zaferlerimiz için yüzlerce araştırma kitabı, binlerce makale yazılması gerekirdi.

Bu zaferlerin yüzlerce hikayesi ve romanı yazılmalı, yüzlerce sinema filme yapılmalıydı.

Batılılar sıradan bir savaştan bile kahramanlık hikayeleri çıkarıyor.

Amerika, bozguna uğradığı Vietnam ile ilgili bile yüzlerce film çekti. Irak’taki katliamlarını bile filmlerle demokrasi bayramı gibi gösteriyorlar.

Biz ise büyük zaferlerin hikayesini yazmak, filmlerini çekmek yerine yok saymayı tercih eden bir zihniyete hapsolduk. Ağustos ayında Türk’ün büyük zaferleri yerine askerlerin terfilerini konuşur olduk...

Zafer ayımız olan Ağustos’u düğün zamanı yaptık.

Düğünlerde de maalesef en önemli tarihi olaylarımızın, dramlarımızın anlatıldığı ağıtlarla göbek attırıyoruz.

Ağıt ile oyun havası arasındaki farkı bile henüz öğrenemedik!

*****

Kurtuluş Savaşı böyle kazanıldı

Milli Kurtuluş Savaşında Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal ile birlikte cephelere gitmiş, kongrelere katılmıştır. Yurdun birçok yerine giderek toplantılar yapmış, savaşın önemini anlatmıştır.

Yine böyle bir gezisi sırasında Halide Edip, Ankara Öğretmen Okulunun salonunda, ordumuzun ne kadar güç durumda olduğunu anlatmak amacıyla kadınlarla toplantı düzenlemişti. Kadınlar ilk defa böyle bir toplantıya katıldıkları için hem tedirgin hem de heyecanlıydılar. Halide Edip, kürsüye çıkıp ordumuzun durumunu tüm açıklığıyla kadınlara şu sözlerle anlatmıştı:

“Tarih Türkü ateşle imtihan ediyor. Bu imtihandan, yalnız erkeklerimizin cesareti ile başarılarıyla çıkamayız. Artık biz kadınlar da bu ateşe yüzümüzü çevirmek, ellerimizi uzatmak zorundayız. Ordumuzun hepimize ihtiyacı var. Bir hafta önce Eskişehir’deydim. Gördüklerimden birini sizlere de anlatmak istiyorum. Uçakların gövdesi ve kanatları, özel bir keten kumaşla kaplanırmış. Bulunamadığı için bizimkiler, kaput beziyle kaplıyorlar. Özel yapıştırıcısını bulamadığımız için, kaput bezini uçakların gövdelerine, kanatlarına nal mıhı ya da zamkla tutturuyorlar. Bezin gerginliği ve kayganlığı emayit denilen özel bir sıvı ile sağlanırmış. Emayiti getirtemedikleri için beze, emayit yerine kaynatılmış patates kabuğu ve paça suyuna, tutkal ve kola karıştırarak yaptıkları bir pelteyi sürüyorlar. Sonra da gözlerini bile kırpmadan bu uçaklara binip uçuyorlar.

Kardeşlerim! Sizleri, milletinin şerefini ve namusunu canından aziz bilen bu genç ve yoksul orduya yardıma çağırıyorum!”

Halide Edip’in anlattıkları bittiğinde, bir anda masanın üstü parayla dolmuştu. Herkes elinde ne varsa vermişti, Tam bu sırada bir kadın sesinin “Bana Halide Edip’i bulun” dediği duyulmuştu.

“Ben buradayım” diye kendisini soran sesin geldiği tarafa doğru seslendi, Halide Edip.

Kadın, hemen Halide Edip’in yanına gelmiş, ellerini elleri arasına almıştı:

- Ben çamaşırcılık yaparak geçiniyorum kızım. Bunu zor günlerim için saklamıştım ama sözlerinden anladım ki ordumuz benden daha güç durumdaymış.

Göğsüne bastırarak açtığı sol elini Halide Edip’e uzatmıştı ve yüzü gururla aydınlanmıştı. Derisi çamaşır yıkamaktan yıpranmış, çatlamış avucunda bir lira vardı. Halide Edip, gözlerinden yaşlar akarak kadına sarılmış:

“Ah anam!” demişti içi titreyerek ve ilave etmişti:

“Bir kere daha iman ettim kurtulacağız.”

*****

TEBESSÜM

Sıkıntı

Temel İngiltere’ye gitmişti. Arkadaşları Temel’e sorar:

- İngilizce bilmezdin, İngiltere’de çok sıkıntı çektin mi?

- Hayır, sıkıntıyı asıl İngilizler çekti…

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur.

La Rochefaucauld