Ben öyle olduğumu sanmıyorum ama, kimi dostlarım beni karıncaya benzetirlerdi. Bir de dalga geçer gibi “atom” diyenler de bulunurdu. Sefil Selimî’nin karıncayı anlatan şiiri var: Karınca. Birkaç dörtlük aktarayım:

“….

Yolu var, yolsuza yol tarif eder,

Hakkında denilen varmış nider,

Yeri karıştırır taşları dider;

Tarla sürer, ekin eker karınca.

Dünya kurulalı söylenir namı,

Neyle inşa etmiş, o muhkem damı,

Karanlığa ışık saçar göz camı;

Ocağını erken yakar karınca.

Merdan’ı  punduna düşürmüş yenmiş,

Ne avara durmuş, ne de üşenmiş,

Derin düşündükçe derine inmiş;

Kazdıkça derinden çıkar karınca.

Zindanlarda yaşar sanki pek suçlu,

Kitaplardan özlü, tarihten içli,

Makinadan sağlam, insandan güçlü,

Fabrikadır teker teker karınca.  …”

Demek ki karınca dediğin üşenmez. Avara kalmaz. Bıyığımızın yeni yeni terlemeye başladığı gençliğe aday olduğumuz günlerdi. Bir film bizleri çok etkilemişti. Hepimiz kendimizi Raj Kapoor’un yerine koymaya başlamıştık. “Avaremu” dilimizden düşmüyordu. Bir arkadaşımız vardı. Yiğit lakabıyla anılır: Kelonun oğlu Hasan Hüseyin” derdik. Öğretmen oldu. Doğup büyüdüğü ilçeye hizmet etti. Allah rahmet etsin. Hasan Hüseyin, Raj Kapoor’u çok iyi taklit ederdi. Öğretmenler tekrar tekrar yaptırırlar, bizler de hayranlıkla dinlerdik:

Awara hoon! Awara hoon (avareyim)

Ya gardish mein hoon aasmaan ka taara hoon… (Veya şansım döndü de gökyüzünde bir yıldız mıyım?)

Awara hoon.. Awara hoon!..”

Avaralık, berduşluk özentisi bizi sarmıştı. Nereden bilecektik ki, gün gelecek avare olmaya hiç zamanımız, tahammülümüz kalmayacak. Sizi avara edecek olanlara Karacaoğlan gibi kızacaksınız:

“Karadır kaşların kara

Kirpiklerin açtı yara

Beni işimden avara

Eden benden beter olsun”

Avaranın denizcilikteki tanımına, başıboşlukla ilgi kurmak mümkün. Herhangi bir deniz taşıtının, bağlı olduğu yerden iplerinin çözülmesi yahut demir almak suretiyle ayrılmış olması durumuna deniliyor.

Teknoloji ile ilgili tanımı şöyle: Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma. Avara kasnak gibi dönüyor veya işliyor, deyimi buradan geliyor.

Tarım alanında  verimsiz, çorak toprağa, gelişmeyen ekine, bağ ve bostan bozulduktan sonra teveklerde kalan tek tük üzüme avara deniliyor.

Kağnının oklarının altına dikilen kazığın adı da avara. Hamal ya da mandaya isim verilmesi belki buradan geliyor.

Halk takvimimizde ekim ve eylül aylarına avara adı verilmiş. Çünkü hasat alınmış, çiftçiler boş işsiz kalmıştır. Onlara avara dolaşıyor, derler.

Sözlüklerin işe yaramaz, verimsiz, kötü, bozuk, iyi olmayan her şeye avara denir tanımına pek katılmıyorum. Bizim delikanlılık çağımızda Raj Kapoor’a empati yaptığımız avareliğin içinde işsizlik, güçsüzlük, başıboşluk, aylaklık, berduşluk vardı.

Hele bir sorun bakalım: “Durup dururken bu avarelik nereden çıktı?”

Elimde Şarkışlalı iki halk şairine ilişkin kitap projesi vardı. Bitirip sipariş verenlere teslim ettim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ndeki aktif görevim, 2022, 19 Nisan tarihi itibariyle sona eriyordu. Seçime girecek yönetim listelerinde bulunmuyorum. Bağımsız ve Bağlantısız Gazeteciler listesinde Onur Kurulu adayları arasına lütfedip koymuşlardı.

Bir haber sitesiyle çeşitli gazete ve dergiler için yazdıklarımı iş olarak görmüyordum. Bendeniz artık:

“Awara hoon.. Awara hoon!”

Avarelik provası yapmak için eşimle birlikte bugün Tuzla sahiline inmiştik. Denizi, kedileri seyrettik. Bir birimizin fotoğrafını çektik. Oturduğum banktan martıların uçuş tekniklerini izledim. Kanat çırpmadan süzüldüklerini anladım ama, süzülürken hızla yükselip elektrik direğinin üzerine konmalarını kuyruk teleklerimi sağlıyordu, gözlerim seçemedi.

Avareliğe alıştım mı dersiniz?

Ne gezer? Geçen bir dostum, “Sen musalla taşında yatarken bile kendine iş çıkarırsın,” dedi. Galibe benimle dalga geçti.