Korona virüsü tüm dünyayı kasıp kavuruyor.

Ülkemiz tehlikeden uzak diye seviniyorduk ki… Sağlık Bakanı, ülkemizde de korona vakası görüldüğünü açıkladı…

Çok ciddi bir sorunla daha karşı karşıyayız…

Virüsle ilgili o kadar konuşuldu ki, her açıdan bilgi kirliliği var…

Kimin doğru söylediğini, hangi uzmanın görüşüne itibar edileceğini bilmiyoruz…

Daha da beteri bilgisi olan da, olmayan da konuşuyor…

Bu kadar bilgi kirliliği neredeyse virüs kadar zarar verecek…

Korona virüsü insana bulaştı mı öldürücü olabiliyor…

Ancak bir virüs var ki, inanın korona virüsünden bile daha tehlikeli…

Kişiliği satılmış, ruhu kirlenmiş, kin ve intikamla beslenen hainler sadece insanı değil, toplumu da devleti de çökertebilir…

Bugün 12 Mart…

İstiklâl Marşımızın TBMM’de kabul edildiği gün… Aradan 99 yıl geçti…

Türkiye’nin hangi şartlarda bağımsızlığını kazandığını idrak edemeyecek kadar aklı körelmiş…

“Keşke Yunan kazansaydı, keşke İngiliz hakimiyetinde olsaydık” diyebilecek kadar akıl ve izandan yoksun…

Hâlâ milli Kurtuluş Savaşı kahramanlarına dil uzatacak kadar da nankör bir kesim var…

Bu mikroplar toplumun içine sinmiş… Toplumun ruhunu kirletiyor, gençlerin kafasını bulandırıyor…

Emin olun bu kafa yapısı, ülkemize korona virüsünden çok daha fazla zarar veriyor…

İstiklâl Marşı sadece bir marş değil, Türk milletinin kahramanlık destanıdır…

İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’a bile dil uzatacak kadar ileri giden kişilerin bulunması gerçekten hazindir…

Daha da acısı bu kişilerin toplumda karşılık bulması, destek görmesidir…

Dertleri İstiklâl Marşı veya Mehmet Akif de değildir…

Asıl dertleri Türk milletinin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesidir…

Asıl sindiremedikleri Türk milletini kendi efendilerine kul köle yapamamalarıdır…

Nereye ve kime hizmet ettikleri de herkesin malumudur…

Gençlerimizi ve milletimizi asıl bu virüslerden korumalıyız…

Bu virüs biraz daha yayılırsa Allah korusun hepimizin sonu olur…

*****

Herkes köyüne silahıyla gitsin

Tarih; 13 Kasım 1918… Mustafa Kemal Paşa,  Haydarpaşa Garında trenden iner.

Tren ve peron, cepheden gelen subay ve askerlerle doludur.

Mustafa Kemal’i tanıyan ve trenden inişini izleyen bir çavuş, gür bir sesle perondaki askerlere komut verir:

- Dikkaaat, gelen Mustafa Kemal Paşa’dır… Selaam duurr!

Tüyler ürperten bir an yaşanır.

Haydarpaşa Garındaki tüm subay ve askerler bir anda yerinde çakılır, hazır ola geçip askerce selam verirler.

Mustafa Kemal Paşa, yavaş adımlarla çavuşun karşısına yürür, durur ve sorar:

- Nerede beraberdik?

Cevap çok şey ifade eden tek kelime ile gelir:

- Çanakkale!

Mustafa Kemal çavuşa şöyle der:

- Emir geçir, herkes köyüne, memleketine silahı ile gitsin, bir şekilde silahını götürsün.

Emir geçirmek, askeri bir terimdir.

Emrin yüksek sesle değil, yavaşça kulaktan kulağa sessizce tekrarlanması demektir.

Çanakkale’den, yakın siperlerden, cephe günlerinden kalma bir önlemdir.

Çavuş emir geçirir, peron bir anda boşalır.

Yüzlerce asker silahı ile birlikte ortadan kaybolur, memleketine doğru yola koyulur.

Mondros Teslimiyet Antlaşmasının öngördüğü, Türk Ordusunun tüm silahları teslim etmesi şartının aksine Mustafa Kemal daha İstanbul’a indiği ilk anda ilk emrini vermiştir;

- Silahları vermeyin!

Çünkü yarın her bir silah milli mücadelede lazım olacaktır.

Mustafa Kemal, İstanbul’a adımını atar atmaz, milli mücadele ruhunu da geldiği trenden adeta Haydarpaşa Garındaki her bir neferin kalbine, şah damarına mühürlemiştir.

(Kaynak: Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyet’e)

*****

TEBESSÜM

Kibir

Mehmet Akif, kibirli insanlardan hiç hazzetmezdi. Ali Şevki Hoca da oldukça gururluydu. Hele Avrupa’ya gidip döndükten sonra kibrinden yanına yaklaşılmıyordu.

Akif bir toplulukta bu özelliğini zarif bir teşbihle hocaya hissettirir:

- Siz, insanlara eskiden Fatih Camiinin minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel Kulesinden bakıyorsunuz.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Aslını gizleyemez insan, giydiği kaftanlarla. Bilmez ama kendini kandırır, söylediği yalanlarla!

Mehmet Akif Ersoy