Yıllar geçiyor, hayat bir bilinmeze doğru hızla akıyor. Hepimiz ilk kez çıktığımız, uzun gibi görünen kısacık bir otobüs yolculuğundayız. Ben otobüs dedim, siz dilerseniz başka bir taşıt seçin. Geçtiğimiz her yeri, ancak geçtiğimiz an görebiliyoruz, bir saniye önce değil. Yola tanıklığımız kendi yolculuğumuz bitene dek sürüyor. Yolculuk; kalanlar ve yeni katılacak olanlar için farklı sürelerde devam edecek, ne zamana dek bilinmez.

Bazı duraklarda, yolculuğunu tamamlayıp inenler oluyor. Eksilip yalnızlaşıyoruz. Yoksunluk yaşıyoruz, yoklukları acımız oluyor. Durakların adları var elbette. Bu yolculuk bildiğimiz yolculuklardan farklı. Otobüse her binen ve inen, bindiği ve indiği durağa bir ad koyuyor, gün, ay, yıl ve saat olarak. Durakları da durak adlarını da yolcu belirliyor bilmeden, plansız. İlk durağının adını sonradan idrak ediyor, son durağın adı, otobüsten inme telaşındayken kimin umurunda olur ki?

Her bir takvim yaprağı herkes için farklı anlamlar taşıyor. Kişisel hayatlarımızda hepimizin zihnine kazınmış farklı takvim yaprakları var, acıların ve sevinçlerin kayıtlı olduğu.

2 Eylül 2017 tarihine ait bir takvim yaprağı cüzdanımda durur sekiz yıldır. Yattığı yer incitmesin, toprağı bol olsun, bundan sekiz yıl önce babamı kaybettiğim tarihin kaydını tutar o takvim yaprağı. Babamın bizlere el sallayamadan otobüsten indiği durağın adıdır o tarih. O gün yaşadıklarım an be an kayıtlıdır zihnimde, unutmam.

Abim iki sözcükle çok iyi tanımlamıştı babamı; “benim babam yaralı bir dervişti” derken. Ömrümde tanıdığım en eli açık, en iyiliksever insandı babam. Sezgileri çok güçlüydü, ihtiyacı olanı hisseder, elinden tutar, herkese babalık ederdi. Eminim ki İlâhi Güç de, babamın bu hayatta yaptığı güzelliklerin ve iyiliklerin ebedi tanığı olarak, babamın elinden hep tutacak.

Öte yandan 2 Eylül aynı zamanda, çok sevdiğim yeğenlerim Meltem ile Ercan’ın evlilik yıldönümüdür. Babamın vedasından beş yıl öncesine denk gelir. Onların evliliklerine dair de Tirilye’den başlayan tatlı anılar vardır zihnimde, onları da unutmam. Tirilye’de açık havada kına gecesi yapmıştık Meltem’e. Gecenin ilerleyen saatlerinde yöreye özgü ev yapımı bir çörek dağıtılmıştı çok güzeldi, daha önce başka bir yerde rastlamamıştım bu geleneğe. Ailemizin çılgın çifti abim ve eşi, İstanbul’dan motosikletle yetişmişlerdi kınaya. Mudanya’da, kaldığımız otele giderken yolumuzu şaşırıp zeytinliklere dalmış, uzunca bir yol gitmiştik zifir karanlıkta, Zeytinbağı’nda. Eski adıyla Tirilye, eski bir Rum köyüdür. Yeni ve güzel adıyla Zeytinbağı’dır Meltem’imizin memleketi.

Meltem’e kına gecesi yaptığımız tarihte Harun ile Neşe henüz birkaç günlük evliydiler. Harun en büyük yeğenimdir ve ablamla aramızda çok yaş farkı olduğundan, ben daha üç yaşımdayken bana teyzelik sıfatı kazandırmıştır. Kına gecesinde “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” söylenedursun, çiçeği burnunda evliler sahilde minik, tatlı yürüyüşler yapıyordu, bunu da unutmuyorum.

Bugünse dünya tatlısı ikiz yeğenlerim Deniz ile Derya’nın doğum günü. Bugün otobüs yolculuğumuzun çok tatlı bir ara durağındayız. 4 Eylül’ün adını “mutluluk” olarak da değiştirebiliriz. Geniş ailemizin zihninde mutluluğa eşdeğer bir takvim yaprağıdır 4 Eylül. Bazı insanlar doğdukları geniş ailenin şansıdır, Derya ile Deniz öyledir. İki ayrı tat, iki ayrı güzelliktir ömrümüze.

Günlerce isimsiz kalmışlardı. Herkes çifter çifter isimler öneriyordu da bir türlü zikredilen isimleri benimseyemiyorduk. Noktayı babam koymuştu; “Derya ve Deniz olsun” demişti. Sevdiğiniz insanların adlarını da kendiliğinden çok sevdiğinize hiç dikkat ettiniz mi? Yurt dışında yaşadığından, gül yüzlü, güzel kalpli Deniz’imle çok sık görüşemiyoruz, hep çok özlüyoruz. Derya burada, Derya ailenin direği gibidir. Kimin neye ihtiyacı olsa Derya oradadır. İzninizle, ailemize lütuf gibi doğan dünya tatlıları ikizlerimin doğum gününü de sevgiyle kutlamış olayım buradan.

Bir insanı, bir aileyi güzelleştiren, mutlu kılan şey nedir?

Bu dünyaya bir şeyler almaya değil de vermeye gelmiş olduğuna uyananlar, huzuru, sevgiyi ve mutluluğu yakalıyor kanımca. Yani işin sırrı özgecilikte, namı diğer; diğerkâmlıkta, altruizmde.

Bir Budizm öğretisi diyor ki; doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içemez. Ağaçlar kendi meyvelerini yemezler. Güneş kendini ısıtmaz. Ay kendi için parlamaz. Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz. Rüzgâr kendisi için esmez. Bulutlar yağmurlardan ıslanmaz. Doğanın anayasasındaki ilk madde şudur; her şey ve herkes birbiri için yaşar. Birbiri için yaşamak aslında varoluşun kanunudur.

Birkaç gün önce geniş aile, üç günlük kısa ama içeriği dolu bir tatil yaptık. Tatilimizi güzelleştiren neydi biliyor musunuz? İçimizde kaprisli, kibirli tek bir insan bulunmaması, herkesin kendi konforundan önce, diğerini düşünmesiydi. Bol kahkahalı, biraz da maceralı kısacık ama unutulmaz üç gündü.

Tarihimizin en kutlu takvim yapraklarından biri olan 30 Ağustos adlı olağanüstü zaferimizi de bu tatilde kutlamak nasip oldu.

28 Ağustos- 31 Ağustos tarih aralığını, esas yolculuğumuza tatlı bir ara durak olarak her birimiz tek tek kaydettik…