Günümüzde 18 Nisan, eski takvimimizde abrılın beşidir. Abrılın beşi, arkasından sitte-i sevir günleri çıkmadan yaz geldi sayılmaz.

Yaz mevsimi dermiş ki, “bir kuşum var ötmezse, bir otum var bitmezse gelmem.” Sözünü ettiği kuş, baykuş veya ibibik kuşu, ot ise özerlikmiş. Üzerlik geç göverirmiş.

Anadolu’da “Sitte -i Sevir” deyimi abrıl ayının 7. günü ile 12. Gününü. Yeni takvime göre de  20-25 nisan arasında 6 gün süren sayılı fırtınaları hatırlatır. “Sitte Sevir, her saati bir devir” deyimiyle, bir anı bir anını tutmayan zaman dilimi şeklinde tanımlanır. “Site-i sevir, kapıyı çevir,” diye bir deyimimiz da bulunuyor.

Bu sayılı günlerin gidip ilk baharın gelişi Dertlî gibi şairlerimiz tarafından coşku ile karşılanmıştı:

Hamdü’l’llâh esti nesîm yelleri

Gitti şitâ geldi fasl-ı nev-bahâr

Zümürrüd-reng oldu çemen illeri

Şükûfe-müzeyyen oldu her diyâr

 (Tanrı’ya şükür olsun ki, esti bahar yelleri  / Gitti kış, geldi ilkbahar mevsimi / Zümrüt renkli oldu çayır çimenler / Çiçeklerle süslendi her yerler)

Sarı çiğdem evvel geldi dünyaya

Benefşe baş eğip durdu duâya

Seherde bülbüller başlar nevâya

Şecerler semenler verir berk ü bâr

 (Sarı çiğdem, önce geldi dünyaya / Menekşe baş eğip durdu duaya  / Sabahleyin bülbüller başlar şakımaya  / Ağaçlar, yâseminler yaprak ve meyva)

 Hakten su yürüdü her bir dırahta

Sünbül saçaklandı gark oldu rahta

Hüsrev-i gül geçti oturdu tahta

Üsküflü goncalar Hürmüz-tâcdâr

(Topraktan su yürüdü her bir ağaca / Sümbül saçaklandı, süslendi / Gülün şâhı geçti oturdu tahta / Saçaklı goncalar taçlı Hürmüz (oldu)) 

Şiddet-i şitâdan çok çektik zâri

Hele bi-hamdillâh kurtardı Bâri

Ey Dertli medh eyle fasl-ı bahârı

Cihana bir zînet verdi girdigâr

(Kışın şiddetinden çok çektik sıkıntılar / Hele Tanrı’ya şükür kurtardı Tanrı / Ey Dertli övgüler söyle bahar mevsimine  / Dünyaya bir süs verdi yaratan)

Dertlî’nin bir devriyesinden de bir dörtlük aktarabiliriz.

Bahâr seli gibi dağlar başında

Gör nice duruldum nice bulandım

Bir dârü’şşifâdan boşanmış gibi

Sürüyüp zinciri hayli dolandım

Abrılın 23. Günü, yani günümüzün takvimine göre, 6 Mayıs Hıdırellez’dir. Yılı ikiye bölen gün olarak kabul edilir ki, “Ver Hıdırellez’i vereyim yazı” diye söz vardır. Yaz mevsiminin geldiğine işarettir.

Nisana ilişkin atalar sözü kanadında kısa bir gezinti yapmak isterim:

Atalarımız, “Nisan yağmuru, altın araba, gümüş tekerler,” derken, nisan yağmurları bereketi artırır, çiftçiyi zengin eder, demek istemişler.

Bir başka atasözümüz şöyle: “Mart yağar, nisan övünür; nisan yağar, insan övünür.” Şöyle açıklayabiliriz: “ Mart ayında havalar iyi gider ve kararınca yağmur yağarsa, yeşeren ekinler nisanda gelişir. Nisanda yağan yağmurla başaklar olgunlaşır, dolgunlaşır. Bu da çiftçinin yüzünü güldürür.”

Şu atasözü de nisan ile mayısı kıyaslıyor: “Nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç olur.”: Nisan yağmurları ekinlerin boy atmasına, mayıs yağmurları başakların dolgunlaşmasına yarar, denilmek isteniyor.

Bir üçlemeli öğütten alıntı yapmadan geçemedim: “Üç şeyden hayır gelmez: Ağustosta oğul veren arıdan / Nisanda koçan veren darıdan / Kocasından sonra kalkan karıdan.”

Birkaç atasözü daha ekleyelim:

“Martta yağmasın, nisanda dinmesin.”

“Mart kumluk, nisan yağmurluk.”

 “Martta yağmaz, nisanda dinmezse sabanlar altın olur.”

“Yılın eksiğini nisan getirir, nisanın eksiğini yıl getirmez.”

Abrıl beşi çıkmadan yaz gelmez. Bundan sonraki günler yaz günü sayılır.

Benzer atasözü ve deyimler yurdumuzun her köşesinde küçük değişikliklerle kullanılır. Kastamonu yöresinden “April (Nisan) apıştı, keçiler yere yapıştı…” sözünü örnek verebiliriz:

Yaz mevsimi: “Bir kuşum var ötmeyişin (ötmeyince), bir otum var bitmeyişin (bitmeyince) gelmem” dermiş. Buradaki kuş Körbağ kuşu (Baykuş) veya ibibik, ot ise, üzerliktir. Çünkü üzerlik otu geç güverir (yeşerir).