Okulun önüne iki otobüs yanaşır. Bahçede bekleyen çocuklardan sevinçli sesler yükselir. Kapılar açılır açılmaz çocuklar neşe içinde doluşurlar otobüslere. Öğretmenleri, çocuklar için bir okul gezisi düzenlemiştir.
Kayseri’nin bir köy ilkokulundan kalkan bu iki otobüs çocukları peri bacalarına götürecektir.
Fatma’yla Hatice binemez otobüse. Peri bacalarını da göremezler. Arkadaşlarının yaşadığı, çocuk ruhuna olağanüstü bir olaymış gibi gelen, o mutlu, heyecanlı anları da yaşayamazlar. Yamaçtaki evlerinin önünden bakarlar, otobüslere doluşan arkadaşlarına. Gözyaşları sel olur, hıçkıra hıçkıra ağlarlar. Tek yumurta ikizi Fatma’yla Hatice’nin o gün o geziye gitmelerine babaları izin vermemiştir.
“Hiç unutamadım o günkü ağlayışımı,” demişti Fatma. Belli ki çocuk ruhu, o gün yaşadığı derin üzüntüyü kalbinin bir köşesine mühürlemişti. Hatice gördü mü bilmiyorum ama Fatma yıllarca göremez peri bacalarını. Yıllar sonra bindiği bir otobüs tesadüfen Ürgüp’ten geçecektir ve Fatma’nın bundan haberi yoktur. Peri bacaları, o güzelim taş kuleler aniden çıkar karşısına. Kalbi hızlanır, gözleri parlar. Hemen telefona sarılır, birilerini arar heyecanla, “ben peri bacalarından geçiyorum, ben şu an peri bacalarını görüyorum” der sevinçle. Belki de, o gezi günü arkadaşlarının attığı sevinç çığlıkları gibi, -içinde ukde kalan- bir sevinç çığlığı atmak istemiştir. Ama kocaman kadındır ya artık, atamaz. Büyük ihtimalle bu yüzdendir telaşla telefona sarılması.
İlkokulu köyünde bitirir Fatma, ikizi Hatice’yle birlikte. Matematikte kimse geçemez Fatma’yla Hatice’yi. Okulun son senesi, öğretmenleri, babalarını ikna edebilmek için defalarca kapısını çalmış Fatmaların. “Kızlar çok zeki, okumaları lazım” demiş durmuş öğretmen. Baba oralı olmamış, okutmamış Fatma’yla Hatice’yi. Ev işlerine, bağ bahçe işlerine koşturmuş sürekli. Erkek çocuklarına bakıcılık yaptırmış. Anadolu’da binlerce kız çocuğunun alışılagelmiş yazgısı Fatma’yla Hatice’nin de yazgısı olmuş.
Babası genç yaşta evlendirmiş Fatma’yı, “istemem” dediği biriyle, “senin seçme şansın yok” diyerek, zorla. Başka bir köye gelin gitmiş Fatma. Annesiyle kardeşleriyle görüştürülmemiş. Annesi ya da kardeşi ziyaretine gelse, konuşamasınlar, maruz kaldığı kötülükleri anlatamasın diye hemen bağa bahçeye işe gönderilirmiş Fatma. Hastayken dayak yemiş Fatma. Bilse, asla müsaade etmeyeceğinden kayınpederinden gizlice doktora gitmiş, bunu öğrenen kayınpederi dövmüş, hasta olduğu için doktora giden, hasta Fatma’yı.
İstanbul’a göçmüşler, bir süre sonra. Önce bir oğlu sonra da bir kızı olmuş Fatma’nın. Kendini bildi bileli hep çalışmış, evlere temizliğe gitmiş, merdiven silmiş. Çocuklarını kimseye muhtaç etmemiş. Kocası mı? Kaba, anlayışsız, karısını da çocuklarını da her fırsatta aşağılayan zehirli, ömür törpüsü biridir kendisi.
Okul gezisine gönderilmeyen Fatma, çocuklarını her yere göndermiş. Basketbola, halk oyunlarına, tiyatro kursuna, bağlama kursuna. Oğlu kursa gidebilsin diye, spor hocasının evine temizliğe gitmiş. Kursa ödeyemediği parayı emeğiyle ödemiş.
İki yıl önce oğlunu kaybetti Fatma. Oğlu evliydi, bir çocuğu vardı, eşi ikinci bebeğine hamileydi. Bir gece kalp krizinden aniden gitti, Fatma’nın ilk göz ağrısı, gözünün nuru oğlu. Kanadı kırıldı, omuzları düştü, çöktü Fatma. “Sen çok güçlü bir kadınsın” dediğimde, “güçlüydüm, artık değilim. Çok eziyet gördüm, çok zorluk yaşadım. Hepsi vız gelip tırıs gitmişti. Beni hiçbir şey yıkamamıştı, ta ki oğluma kadar” diyor.
Uzun zaman kendine gelemedi, işe güce gidemedi. Bir süredir yeniden çalışmaya başladığını biliyordum. Geçenlerde aradım. Taşınacağım evin temizliğine yardımcı olup olamayacağını sordum. Gelirim, dedi. Oğlundan yadigâr iki torunu için yeniden ayağa kalkmıştı Fatma.
Sabah erken bir saatte yola çıkmak için sözleşmiştik. Evin önünde Fatma’yı bekliyordum. Baktım geliyor, elleri dolu. Fırından taze simit, açma almış. Bir torbaya çay, kahve, kahve ve çay makinesi, koymuş, ince fikirli Fatma.
Eve girer girmez o işe koyuldu, ben de balkonu yıkadım. Sürekli arabanın bagajında duran, katlanır sandalyeleri ve masayı eve çıkarmıştık, balkona açtım. Çayı demledim, güzel bir kahvaltı hazırladım, Fatma’yı çağırdım. Karşılıklı oturduk, hem kahvaltımızı ettik hem konuştuk. Bardaklara çayı içini bana döktü Fatma. “En büyük şansım ne oldu şu hayatta biliyor musun?” dedi. “Baba evinde de koca evinde de çok sıkıntılar yaşadım. Ne zaman ki İstanbul’da evlere temizliğe gitmeye başladım, Allah beni hep iyi insanlarla karşılaştırdı” dedi.
Söz döndü dolaştı, oğluna geldi. Kocasına karşı dinmez bir öfke vardı içinde. “Şimdi arasın dursun, bulabiliyor mu bakalım?” diyordu. Belli ki adam oğluna da çok eziyet etmişti. Derken gözleri cam gibi oldu, ağlamaya başladı. “Çok zor Ayşe abla” dedi. “Koca İstanbul’un yükünü benim sırtıma yüklemişler gibi hissediyorum” dedi.
Gün boyu var gücüyle çalıştı Fatma, işi bitirip evden ayrıldığımızda saat gecenin on biri olmuştu. Kapıyı çekip çıkarken, Fatma’nın o gün söylediği; “Koca İstanbul’un yükünü benim sırtıma yüklemişler” cümlesini hiç unutmayacağımı biliyordum…