Eskiden güneşin en sevinçli olduğu günlerdi, yaz günleri. O sevinç; dağa, taşa, güneşin değdiği her yere, herkese yansır, çoğalırdı. Toprak verdikçe verirdi, bolluk ve bereket olurdu.
Tatlı yaz günleri hava kararmak bilmezdi. Mahalle aralarında, sevinçli çocuk sesleri geç saatlere kadar dinmezdi. Akşam ezanıyla anneler, birer birer evlere çağırırdı çocuklarını. Kızartma kokuları yayılırdı sokağa. Balkonlara kurulurdu sofralar. Komşu evlerin balkonlarından gelen gülüşmeler, çatal bıçak sesleri güven ve huzur duygusu uyandırırdı ruhumuzda. Yemekten sonra sesler değişir, çekirdeklerin çıtırtısına çay kaşığı şıngırtıları eşlik ederdi.
Anadolu’nun sıcak yaz gecelerinde yataklar evlerin damlarına serilirdi. Gecenin dipsiz karanlığında parlayan aya ve yıldızlara bakarak kâh uykuya kâh hayallere dalınırdı. Yattığı yerden yanık bir türkü tuttururdu, sevdiğini düşünen biri. Henüz uyumamış olanlar koşulurlardı türküye. Nameler gecenin sessizliğinde yıldızlara yükselirdi, gece mutlanırdı.
Sabahın sesleri başka olurdu Anadolu’da. Gün ışığıyla kimi bağına bahçesine koşardı kimi hayvanlarına. Koyun, keçi, inek nesi varsa sağmaya giderdi kadınlar, sağılan sütün sesi vururdu bakraca. Sütler kaynatılır, mis gibi kokusu yayılırdı etrafa, el gibi kaymak tutardı. Tereyağı, yoğurt yapılır. Yumurtalar toplanır, her ürünün fazlası satılmak üzere pazara götürülür. Pazarların rengârenk ürün şenliğine, üreten kadının, erkeğin sesi eşlik ederdi, Pazar yerleri şenlik yerlerine dönerdi. Tarlalar işlenir, mahsul olgunlaşır, meyveler toplanır. Yaradanın sonsuz hayal gücü enva-i çeşit yemiş sunardı hayata.
Işıltılı, aydınlık, mutlu, sağlıklı günleri çağrıştırırdı eski yazlar. İnce açık renk kıyafetler, tenin güneşten değişen rengi. Meyveler; üzümler, incirler.. Deniz kenarlarında yenen ay dilimi karpuzlar, köz mısırlar. Kirpiklerde tuz izi, neşesi ve gelecek güzel günlere umudu olan insanlar.
Sahil boyu uzun yürüyüşler yapılırdı, çıplak ayakla. Değişik amaçları olabilirdi bu yürüyüşlerin. Kimi elektriğini atmak için, kimi orantılı yanmak için yürürdü su ile kumun kavuştuğu çizgide. Çocuklarsa, deniz kabukları, renkli çakıl taşları toplamak için yaparlardı sahil boyu mesailerini. Dalgalar yıkayarak güzelleştirirdi kıyısındaki taşları, ne sivrilik kalırdı ne de pürüz. Çocukken gittiğiniz denizler, gün gelir çocuklarınızla gittiğiniz denizler olurdu. Çocuklarla gidiyorsanız denize, teçhizatınız birkaç kat artardı. Kovalar, tırmıklar taşardı plaj çantalarınızdan. Kumdan kaleler yapardı çocuklar, güneş yanığı sırtlarını yeniden güneşe yaslayarak.
Eskiden, rengârenk çakıl taşları ve deniz kabukları kalırdı avuçlarımızda, yazlardan hatıra. Yaz avuçlarımıza muhteşem armağanlar bırakırdı eskiden.
Bizim kuşaktan, sevdiğim bir yazar çocukluğunda yaşadığı yazlarla ilgili sözlerine rastlamıştım. Şöyle diyordu; “Biz Marmara çocukları, yüzmeyi havuzda, yüzme hocalarından öğrenmedik. Biz önce kumda debelendik sonra boyumuzu geçmeyen yerlerde kıyıya paralel kulaç attık. Bilenler bilmeyenlere daha iyi kulaç atmayı, daha güzel dalmayı öğretti. Deniz gözlüğümüz, paletimiz, kulak tıkacımız yoktu. Neşemiz, coşkumuz, hevesimiz ve güzel zamanların çabucak bittiğine dair korkumuz vardı. Sömürür gibi derin derin mutlu olduk. Belki kahraman değildik ama cesur ve güzel çocuklardık. Kirpiklerimizden denizin tuzlu suyu damlarken hayatın da her daim mavi damlayacağını umduk.
Şimdi bir saman kağıdı gibi boş ve buruşmuş hayatlarımızı yabancı mavilere batırıyoruz. O eski günlere, o bizim maviliklerimize selam durarak…”
Bu satırlara rastladığımda, benim duygularım bir başkası tarafından söze dökülmüş gibi hissettim. Ne de olsa aynı zamanın öğretiminden geçmiştik.
Yaşarken yaşadığımız zamanların “güzel zamanlar” olduğunu anlamamız için daha kötü zamanlar yaşamamız gerekiyormuş, ne üzücü..
Bir yaz daha bitti. Mevsim anlamındaki “yaz” sözcüğü, bir harf değişikliğiyle yerini yine “yak” sözcüğüne bıraktı. Son on yıldır yazların anlamı “yangın” oldu. Yaşananlara tanık olmak dahi tahammül edilemeyecek kadar korkunç bir durumken, yangını bizzat yaşayanların halini hangi sözcük anlatabilir?
Yangınlı yazlardan avuçlarımızda deniz kabukları, renkli çakıl taşları kalmıyor. Avuçlarımız kara is ve kül dolu artık.
Bağ bozumu kutlamaları mı yapacak insanlar? Hasat edilecek ne kaldı?
Yaz bitti. Sonbahar geldi. Sarının ve kızılın bütün tonlarını içeren muhteşem tablolar beklemeyin sonbahardan. Boyaları da fırçaları da yandı ağaçların.
Yaz bitti artık, güzel yazlar çok ama çok gerilerde kaldı.
Bundan sonrası korkarım hep sonbahar..