Bir film listesine rastladım internette dolaşırken. Biraz inceledim. Sanırım yüz filmlik listenin yarısından fazlasını izlemişimdir. Bildiğim ama henüz izlemediklerim vardı içlerinde. Ve hiç bilmediklerim, ilk kez duyduklarım.

Hiçbir şeye yetişemeyeceğimizi çok öncelerde fark etmiştim. Bir kere daha karşılaştım bu gerçekle.

Yetmişli ve seksenli yıllarda sanki Dünya daha küçüktü. Filmler sınırlıydı, şarkılar, kitaplar. Birçok etkinliği takip edebiliyorduk o sınırlı yaşamın içinde. Ama artık üretim her alanda öyle arttı ki takip etmek, yetişmek zorlaştı; hatta olanaksız hale geldi.

Dünyayı takip etmeyi bırakın kendi ülkemizde yayınlanan kitapları okumaya ömrümüz yetmez. Belki yorumunu, müziğini çok seveceğimiz bir müzisyen yıllardır üretiyor ve biz onu hâlâ dinlemedik, bilmiyoruz.

Ruhumuza seslenecek, kendimizi bulacağımız, bitmesin diye sayfa sayfa okuyacağımız kitap çoktan yayınlandı ve kaybolup gitti bunca kalabalığın içinde. O kitaptan tek satır okumadan, adını bilmeden çekip gideceğiz dünyadan.

Üretimin kolaylaşması ve ucuzlaması hem niteliksiz hem de nitelikli ve kaliteli sanatsal çalışmaların gerçekleşmesine katkı sağladı ama sanki niteliksiz ürünler çağunlukta. Önemli olan artık bu binlerce çalışma arasından nitelikli olanları seçmek, okumak, dinlemek, izlemek. Çünkü zamanımız öyle azaldı ki bırakıp geri dönme şansımız kalmadı. Vazgeçsek sanki o zaman kaybının yerini dolduramayacağız, eksik kalacak bir şeyler.

Yaşam hızlandı. Ne yapılıyorsa yaşamı hızlandırmak adına yapılıyor artık. Ekran dönemi olarak tanımlanıyor içinde olduğumuz çağ. Sinemalar, televizyonlar, kütüphaneler, şarkılar, dergiler aklınıza gelebilecek ne varsa avucunuza sığan telefonun içine artık. Hepimiz, her yerde, sürekli bakıyoruz o ekranlara.

Bugün girdiğim köy kahvesinde hiç kimsenin konuşmadığını, herkesin telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Alışık olmama rağmen bu görüntülere garip geldi yine de. İnsanlar ya sosyal medyada kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar ve sonucunda rahatlıyorlar ya da kısa videolar izleyerek vakit geçiriyorlar.

Zaman ve içinde yaşadığımız an ihtiyaçlarımıza göre şekil veriyor tükettiklerimize. Uzun uzun filmler seyretmek zahmetli ve düşünmeyi gerektiriyor. Artık insanlar düşünerek bile olsa çaba sarfetmek istemiyor. Kısa ve bir gün sonra unutacağı hap gibi içerikler istiyor. Elbette bunun kültürel olarak sonuçları olacaktır. Kim bilir bundan yirmi ya da otuz sene sonra kültürel değişimin başlangıcı olarak bu yıllar gösterilecek.

Her gelişme toplumları, ülkeleri, insanları ve kültürleri değiştirmiştir. Buhar gücü başka bir çağı başlatmıştır. Keza tekerleğin, ateşin bulunuşu da. internet, bilgisayar, akıllı telefonlar, tabletler de bu devrimlerin devamıdır. Şimdi onlar değiştirecek ve değiştiriyor bizleri.

Geçmiş, gelecek ve içinde olduğumuz an çoktan dijital iletişim, ekranlar, “akıllı” aletler ile sınırlandırılıp tanımlandı. Sanırım en son mektubu bundan otuz sene önce aldım. Artık elektronik postalar, kopyala yapıştır kısa mesajlar var.

Çoğu insan gazeteleri internet üzerinden okuyor. Kitaplar çoktan elektronik dönüşümünü yaşadı. Anne ve babamın evini boşaltırken bir zamanlar baş köşede yer alan ansiklopedileri kağıt toplayan bir çocuğa verdik. Sanırım 1982 yılında almıştı babam. Yaklaşık kırk sene önce. Çoktan değişmişti barındırdığı içerik. Hiçbir bilgi güncel değildi. Zamanın hızına yenilenlerden oldu ansiklopediler.

Bizler de yenildik sanırım. Hepimiz zamanın ardın koşarak geçiriyoruz günlerimizi.