Ülkemin siyasi anlamda sıkışmışlığından kurtulması için yeni bir partiye ihtiyacının olduğunu düşünüyorum ve bu partinin olması gereken ilkelerinden söz etmek istiyorum. Bu ilkelerden biri de milliyetçilik.

“Milliyetçilik; belirli bir milletin çıkarlarını, özellikle egemenliğini ve özyönetimini kazanmayı, daha sonra bunu ilelebet sürdürmeyi amaçlayan ideolojik fikir hareketidir. Milliyetçilik, her ulusun kendisini dışarıdan gelecek olan müdahalelerden bağımsız olarak yönetmesi gerektiğini, ulusun bir yönetim için doğal ve ideal bir temel ve tek haklı politik güç kaynağı olduğunu savunmaktadır.”

Wikipedia milliyetçilik kavramını yukarıdaki gibi tanımlıyor ama bu tanım sanki özellikle bırakılmış gibi görünen bir boşluğu da barındırıyor içinde. “Belirli bir milletin” diye başlanmasa da cümleye ortak sınırlar içinde yaşayan insanların dense daha kavrayıcı, daha doğru, daha boşluksuz bir tanımlama yapmış oluruz.

Sanki birileri önce çaktırmadan boşluklar yaratıyor ve sonrasında birilerine o boşlukları işaret ederek yeni tartışma ve karalama konuları oluşturuyor. Belirli bir milletin dendiği anda sanki o millet diğerlerinin üzerinde baskı uyguluyormuş duygusu yaratılıyor.

Ne yazık ki ülkemizde birileri de av köpekleri gibi işaret edilen yere doğru düşünmeden saldırmaya başlıyor.

Dünya üzerinde “ileri, gelişmiş” diye tanımlanan ülkelere baktığınızda bu ülke halklarının katı bir şekilde milliyetçi olduğunu görürüz. Örneğin milliyetçi tutumuyla ünlenmiş Japon halkı ülkesine dışarıdan gelen ve daha ucuz, daha kaliteli olan pirinci almaz kendi ülkesinde yetişen pahalı ve kalitesi düşük kendi pirincini alır. Almanlar ve Fransızlar kendi ülkelerinde bilseler dahi kendi dillerinin dışında başka bir dille gelen sorulara cevap vermiyorlar diye anlatılıyor.

Diline, kültürüne sahip çıkmak milliyetçiliktir

Bir ülkenin gücü dış ticaret dengesinin ne kadar artı verdiğiyle doğru orantılıdır. Üretmek ve satmak zorundayız. Satışlarımızı artırmak, diğer ülkelerden ileride olmak için çabalamalıyız.

Üretmek milliyetçiliktir.

Herhangi bir ülkeye mal satmanın en kolay yolu değerlerinden uzaklaşmış, kişiliksiz ve özenti bir halk yaratmaktır. Birileri milliyetçiği ırkçılıkla eşitler ve bu konuda durmadan konuşurlar; bir diğer gruba kendini milliyetçi olarak tanıttırır kavramın ciddiyetini yok etmek içinde kırk kişiyle saraylar bastırtır, zaferler kazandırırsınız. Ayakları yere basmayan ve ütopik bir kavramınız olur. Bu tuzağın içine düşenler düştükleri yerden dışarıyı yani gerçeği göremezken; dışarısında kalanlar içinde de yeni boşluklar, saldırılacak kavramlar yaratılmış olur. İki kitle birbirlerine düşman olurken siz de istediğiniz gibi yönlendirirsiniz insanları.

Anadolu’da ailesin ve yakın akrabasını, tanıdıklarını önceleyen kişiler için de kullanılır “milliyetçi” sözcüğü. Bence en basit ve en gerçek tanımlaması da budur ve çok severim. Aynen de böyle başlar milliyetçilik; aile, akraba, köy, şehir ve hemşeri olarak büyük daireler çizerek sonunda bir vatanı içine alır.

Bu ülke bizlerin evi. Elbette önce o evdekileri koruyup kollamak zorundayız. Varlığımız maddi, manevi, zenginlik anlamında önce o eve dağılmalı sonrasında dışa yönelmeli. Evinizi, vatanınızı yani insanlarınızı koruyup, kollamak ırkçılık değildir. Elbette bizden birileri diye de yapılan haksızlık ve adaletsizliklere de göz yumulmamalıdır.

Köleleşmemek adına dilimize, kültürümüze, insanımıza, vatanımıza sahip çıkmak zorundayız. Dünya üzerinde sömürgecilik kavramı sonlanmadı sadece şekil değiştirdi. Çok uluslu şirketlerle küreselleşme diyerek geliyorlar yeni sömürgeler yaratmak için. Özgür olmanın yolu milliyetçilikten geçiyor.

Milliyetçilik özgürlüktür.

Eğer doğru uygularsanız aile, ev, köy, kent diye büyüyen halka bir gün komşu ülkeleri de içine alabilir. Suriye’nin genç Türk Cumhuriyeti ile birleşme isteğini ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yanıtını anımsayın.

Kim söylemiş bilmiyorum ama sevdiğim bir sözdür;

“Devrimci değilsen milliyetçiliğin, milliyetçi değilsen devrimciliğin beş para etmez.”

Sahi “devrimcilik” Mustafa Kemal Atatürk’ün altı ilkesinden biri değil miydi?