Daha neler öğreneceğim, kim bilir? Bir de öğrendiklerimi fukara belleğim de tutabilsem. Gençlik işte kafamda kavak yelleri esiyor. Ben bir şey yakalıyorum, kavak yeli esiyor, silip süpürüyor. Kendimi övmeyi, kasım kasım kasılmayı bir yana bırakıp ne öğrendiğimi yazayım: Deliye göre her gün bayram derler ya, bugün tam bana göre bir gün buldum. Boyu boyuma, huyu huyuma uygun. Bir de gecelerime uygun olsaydı, kıyıp da tadından yiyemezdim.
Meğer 14 Mart dünya uyku günüymüş. Ama o günü doktorlara yani bilumum tıpçılara ayırdım. Meşrebime uygun olduğu için uyku gününü on gün önceden kutlamak istedim.
Zaten doğar doğmaz ninnilerle uyutulan biz değil miyiz? Eskiden okula alfabe iye başlar harfleri öğrenirdik. Sıra “U” harfine gelince ilk gördüğümüz kelime “Uyu” olmuştu: “Ali Yat Yat Uyu, Uyu Uyu Yat Ali, Yaşa Ali Yaşa.” nasıl ki, bütün sevgililerin adı Leyla ise, Anadolu çocuklarının adı da “Ali”ydi. Asker ocağında da okuma yazmanın öğretildiği okulların adına “Ali mektebi” derlerdi.
Hasılı bizler okuma yazma öğretilirken her harf için verilen emir ya da öğütlerden “Uyu!” eylemine hep sadık kaldık. Gönüllü olarak, bağımlı olarak, uyumaya devam ettik. Kulağımızın dibinde davul çalsa, toplar patlasa, ninni sanıp uyu uyu uyuyakalmışız.
Urdu dilince çok ahenkli ama, ben Türkçesini kopyalayayım. Muhammed İkbal’in şiirini çok severim:
“Derin uykuya dalan gonca uyan, uyan kalk;
Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak;
Safâ sarayımızı keder talan etti bak;
Kuşlar ötüyor uyan!
Bu ateşli feryatlar
Her tarafı kavurdu.
Her tarafta bir figan…
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Bak bütün Şark ne halde,
Külü göğe savrulmuş..
Boğulmuş bir inilti, susuyor…
Eseri yok.. Bu kaybolmuş bir feryat.
Bu toprakta her zerre bir muzdarip nazardır.
Hindistan’dan isyan et; Semerkand’dan,
Iraktan, Hemedan’dan tuğyan et;
Bir hayat göster, canlan..
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Seher vaktidir, güneş ufukta yükseldi bak!
Seherin kulağına kanlı bi küpe taktı
Sahralardan, dağlardan, kafileler, kervanlar
Yola koyuldu uyan!...
Ey dünyayı gören göz, anlayan göz!
Uyan da gör ne haldedir cihan!
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
…….
Hakkı ezeli kanunu sana, sana emanet edilmiştir.
Allah’ın varsa eğer, sağı sen, solu sensin!
Onun serveti sen, onun kudreti sensin!
Topraktan yaratılan bir kulsun sen, ey insan.
Lakin zemin de sensin, evet zaman da sensin.
Hakka ermek sırrının şarabını iç ve kan!
Şüphe uçurumundan fırla, kendini kurtar!...
Ne duruyorsun davran!
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!”
Peki uyandık mı? Ne gezer. Ne Pakistan ne Türkiye ne İslâm alemi… Horlaya horlaya “bi-hal” oluyoruz.
Metin Eloğlu’nun da uyanmayla ilgili bir şiiri bunun benzeği. Ancak olana toplumsal uyanmadan çok ferdi uyanma olarak bakabiliriz:
“Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin?
Hadi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Mademki güzelsin, güzeli yaşatmak için
Mademki iyisin, iyiyi yaşatmak için
Mademki umutlusun, umudu yaşatmak için
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle, barışmak desin
Göğü dinle, sevişmek desin
Bir plak konmuş gibi gramofona
İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü
Uyan diyor uyansana
Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan !”
Uyuyan platonik sevgilimin başucunda şu şarkıyı söylemeyi düşlemişimdir. “Uykuda mısın sevgili yârim uyan uyan / Aç pencereni göreyim yüzünü uyan uyan…” Benim şu halime bakın ne tezatlar içdeyim. “Düşlemişim, “ diyorum. Ancak uyuyan kimse düş görür. Kim bilir ki, platonik aşkımın milletim, uyunmasını istediğimin de milletimin bizatihi kendisi olduğunu.