Çok şey istemiyoruz aslında.
Sarıldığı zaman bizlere her şeyi unutturacak birini istiyoruz. Görev gibi değil, sevdiği için sarıp sarmalayacak, gözlerimiz kapalıyken, o sevinçli ve huzurlu karanlıkta; yüzer gibi, suyun üstündeki bir yaprak gibi mutlu, elimizden tutup bambaşka bir dünyaya götürecek insanı istiyoruz. Sarılınca, kapayınca gözlerimizi.,ikimiz için kurulan, kimsenin olmadığı, yıldızların aktığı, bir bizim duyduğumuz şarkıların olduğu bir dünya işte içinde olduğumuz oda kaç metrekareyse.
Öyle çok büyük aşklar falan değil istediğimiz.
Öyle masal gibi falan değil. mümkünse en gerçeğinden, mümkünse iş çıkışı köşe başında bekleyeninden. Ama habersiz, otobüslerde daha da sokulanından insanın içine içine. Mümkünse öpüşen diş fırçaları bırakan banyoda, saçına dokunduğu için saç tokalarını şanslı kabul edeninden, bir gömlekle gravatın yalnızca o seçti diye daha çok yakışacağını bileninden işte. Anlatmaktan yorulmayanından, insan aşkı göğsünde uyuyanından istiyor.
Öyle büyük duygular değil.
Küçük küçük sevinçler istiyoruz biz. Sana kek yaptım diyen gülüşler, sana çay yaptım diyen sıcaklıklar, nergisler çabuk çıksın ona çok yakışıyor diyen dilekler, ama papatyalarda, ama sardunyalarda, ama Mayıslarda karanfillerde. Akılda tutulan dizeler istiyor insan kendi için. Çantalara saklanan, ceplere konulan, özledim çabuk gel, gecikme ne olur diyen cümleler istiyor insan akşam üstlerinde. İnsan; bunca karanlıkta arayıp bulsun istiyor elini başka bir elin, yalnızca bir telefon numarası ezberlesin istiyor insan.
Sadece sevsin istiyoruz bizi birileri, sadece sevsin.
Artık ürkek, korkmuş, yalnız sokak hayvanlarına benziyoruz. Dövülmekten, dayaktan yorulmuş hayvanlara, gözümüzün içine içine bakan, sessizce gelip elimize dokunmaya çalışan, ürken, ürkek. Yalnızım diyen, korkuyorum diyen hayvanlara benziyoruz. Ne olur beni sevin diyen hayvanlara.
Hayvanlar gibi yalnızız artık. Hayvan gibi yalnızlığımız.