Çin’in Doğu Türkistan’da Türklere uyguladığı baskı, şiddet ve soykırım her geçen gün artarak devam ediyor.

Bugüne kadar sessiz kalan dünya, az da olsa Çin’e karşı tepkilerini dile getirmeye başladı.

Birçok ülke tepkinin de ötesinde Çin’e karşı ekonomik yaptırımları da devreye soktu.

Müslüman ülkeler ise üç maymunu oynamaya devam ediyor…

Türkiye’de de resmi ağızlardan hiçbir tepki sesi yükselmediği gibi Çin’in politikalarını destekler nitelikte sessiz kalınması hem üzüyor, hem de utandırıyor.

Bu kadar sessizlikten cesaret almış olacak ki, Çin’in Ankara Büyükelçisi tüm halkımızı zıvanadan çıkaracak açıklamalar yaptı.

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın Çin’in Doğu Türkistan’da 5 Nisan 1990 tarihinde yaptığı Barın Katliamını anması ve tepki göstermesine Çin’in Ankara Büyükelçisi tehdit mesajıyla karşılık verdi.

Çin’in Ankara Büyükelçiliği tarafından sosyal medya üzerinden yapılan açıklamada, “Çin tarafı, herhangi bir kişi veya gücün Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne herhangi bir şekilde meydan okumasına kararlılıkla karşı çıkmakta ve bunu şiddetle kınamaktadır. Çin tarafı, haklı karşılık verme hakkını saklı tutmaktadır” denilerek açıkça herkes tehdit edildi.

Konu sadece Meral Akşener veya Mansur Yavaş değildir, Türkiye’nin egemenlik hakkıdır…

Türk milletinin bağımsızlığıdır. Hiç kimse, hem de Ankara’nın göbeğinde oturarak Türk milletine veya herhangi bir ferdine tehdit savuramaz.

Bunu yapanların en ağır bedeli ödemesi şarttır, en kısa zamanda da ödetilmelidir.

Çin’in Ankara Büyükelçisinin, Dışişleri Bakanlığına çağrılarak Bakan Yardımcısı düzeyinde nasihat edilerek geçiştirilecek kadar basit bir konu hiç değildir.

Derhal Çin’in Ankara Büyükelçisi, uluslararası hukuk gereği “İstenmeyen adam ilan edilmeli” ivedilikle ülkeyi terk etmesi sağlanmalıdır.

Tamamen Türk yurdu olan Doğu Türkistan’da Türkleri kendi kültürlerinden ve kimliklerinden uzaklaştırmak için her yolu deneyeceksin…

Yetmedi zulmedeceksin, Türkleri sorgusuz sualsiz hapsedeceksin, aç susuz bırakacaksın, cezaevlerinde ölüme terk edeceksin…

Daha da ileri gidecek Türklere soykırım uygulayacaksın…

Utanmadan Türk erkeklerini hapsedip, yalnız kalan Türk ailelerin evine Çinli erkekleri yerleştireceksin…

Bu yapılan insanlık dışı soykırıma tepki gösterenleri de aklınca tehdit edeceksin.

Bugün birileri buna sessiz kalsa da…

Unutmayın, yarın tehdit edenlerden de, Türklere soykırım uygulayanlardan da hesap sorulur…

*****

Türk gibi yaşamak

Sene 1956, Avustralya Melbourne Olimpiyatları…

Büyükelçiliğimiz, Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Vehbi Emre’ye ve milli sporcularımıza bir davet verir. Salona “Hoş geldiniz” nidalarıyla göğsünde ay yıldızlı madalyon taşıyan pos bıyıklı, 1.90 boylarında bir adam girer.

Başta Vehbi Emre olmak üzere tüm sporcularımızla “Hoş geldiniz” diyerek coşkuyla kucaklaşır. Bu Türk tipi palabıyıklı, Türkler gibi coşkulu adamı tüm heyet Avustralya’ya yerleşmiş bir Türk zanneder.

Vehbi Emre merakla Türkiye’nin neresinden olduğunu sorar.

Adam güzel bir Türkçe ile gülerek İrlanda asıllı bir Avustralyalı olduğunu söyler.

Vehbi Emre ve bizim sporcuların merakı daha da artar.

Vehbi Emre, adama; bu Türk sevgisinin ve güzel Türkçesi’nin sebebini sorar.

Adam, büyük bir coşkuyla ve gözyaşlarıyla anlatmaya başlar:

“Birinci Dünya Savaşı çıktığında 15 yaşında daha bir çocukken gönüllü olarak askere gittim. Mısır’da ufak bir eğitim sonrası İngilizler tarafından Çanakkale’ye gönderildim. Çanakkale’de savaşın en yoğun olduğu, göğüs göğse ölümüne bir mücadelenin gerçekleştiği bir anda karşımda heybetli bir Türk askeri bir dipçikle beni sırt üstü yere yıkar. Ayağıyla karnıma basıp tam da süngüsünü saplayacağı anda o heybetli Türk askeri, gözlerime bakarak beni süngülemekten vazgeçer. Beni yerden kaldırıp suratıma hafifçe bir tokat atarak hâlâ hafızamdan çıkmayan bir cümle kurarak beni siperlere doğru itekler. Kendi karargahıma dönünce o heybetli Türk askerinin hafızama kazınan cümlesinin ne olduğunu Rum tercümana sordum. Rum tercüman, ‘Hey çocuk, ne işin var senin er meydanında. Yürü evine git’ anlamına geldiğini söyler. Ben o andan itibaren, Türklerin, İngilizlerin anlattığı gibi barbar olmadıklarını, insan eti yiyen yamyam olmadıklarını, çok asil bir millet olduklarını anladım. Ülkeme dönünce hem Türkçe, hem Türk tarihini, hem de Çanakkale’de can veren Anzakların analarına mesajından sonra Atatürk'ü öğrendim. Hem de Türk gibi yaşamaya başladım ve o zamandan beri ülkemde fahri Türk elçisi gibi çalıştım.”

Adamın bu sözleri tüm kafileyi çok etkiler. Gözyaşları içinde kimi adama sarılır, kimi ellerini öper.

*****

TEBESSÜM

Akıllı

Politikacının biri köylerde seçim propagandasına çıkar. Köye varmadan bir köylüyü, sırtını ağaca yaslamış uyuklarken görür. Politikacı köylüye sorar:

- Ne yapıyorsun burada?

Köylü, dolap beygirini çeviren eşeği işaret ederek cevap verir:

- Eşek dolap beygirini çeviriyor, ben de onu kontrol ediyorum.

Politikacı itiraz eder:

- İyi de gözünü kapatmış, uyuyorsun? Eşeğin döndüğünü ve beygiri çevirdiğini nasıl anlayacaksın?

- Eşeğinin boynunda çan var, dönmez de durursa çanın sesi kesilir. Ben de durduğunu anlarım. Koşup hayvanı tekrar yürütürüm.

- İyi ama eşek yerinde durur da başını sallarsa yine çan sesi çıkar. O zaman ne yapacaksın?

- Aman efendim! Sizin kadar akıllı eşek nerede?

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İnsanların seni çok sevdiği zaman, onların işine en çok yaradığın zamandır

Bukowski