Bazen her şey gözümüzün önünde olur ama bizler görmeyiz. Görmek, izlemek yetmez; gerçek anlamda görmek anlamak, düşünmek ve yorumlamaktır.

Düşünme süreci ise birçok insan için yorucu ve sancılı bir süreçtir. Devekuşu örneğinde olduğu gibi kafayı kuma gömüp saklandığını sanmak en kolay kaçış biçimidir.

Anlamayan, bilmeyen, görmeyen bir kesim yok. Herkes görüyor, biliyor ve anlıyor ama anlamazlıktan geliyor. Ya anlağı, bildiği, farkına vardığı, anlaşılırsa; ya çevresindeki insanlar bunu fark ederse? Sonuç olarak harekete geçmek gerekir.

Bakmak, görmek, anlamak yetmiyor. Birde bu farkındalığın komşulardan, arkadaşlardan, yakın çevredeki insanlardan saklanması gerekiyor. İşte o anda devekuşunun kafasını kuma gömmesi gibi arkasını dönüp uzaklaşıyor insanlar gerçeklerden.

Basit bir gerçeği bile anlamayan insanlar için eğitimsiz, cahil, bilmiyor, anlamıyor türünden çoktan seçmeli bir cümle kuruyoruz ya aslında yanılıyoruz. Onlar görüyor, duyuyor, anlıyor ama muhteşem bir teknikle görmezlikten, anlamazlıktan geliyor.

Bunu yapan insanlara cahil falan demeyin. Onları en iyi tanımlayacak sözcük “kurnaz” olur bence.

Kurnazlık; zekanın, bilginin en büyük düşmanıdır. Yavaş yavaş iyi olan ne varsa yok eder. İnsanın vahşi tarafını ortaya çıkarır. Zamanla toplumu içten içe çürütür. Zekaya, akla, bilgiye ihtiyaç duymaz. Tek amaç çıkarlarını korumak ve ayakta kalmaktır. Çıkarlar ise hem maddi hem de manevidir.

İnsan midesinde ve ruhunda iki canavar besler.

Önde olma, herkesi geçme isteği ve hayatı bu yarışın üzerine kurmak; yaralı, korkak bir ruhun kendine katlanma çabasıdır. Yarış; ömrü boyunca mutlu olamayacak ve kendine katlanamayan birinin anlık zafer sarhoşluklarıyla yaşamaya ve tutunmaya çalıştığı bir coşku durumudur.

Herkes kendini bilir ama çok az insan kabullenir. Çoğunluk kendini gizlemek, saklamak için çeşitli bahaneler bulur. İnsan en çok kendinin arkasına saklanır.

Akıl sağlığı yerinde olan ve zekâ geriliği olmayan her insan zekâ düzeyinden bağımsız olarak iyi ve kötü ayrımını kafasında yapabilir. Doğru ve yanlışı bilen birisi için günah kavramı yalınlaşır. Ama insanların çoğunluğu yanlışı seçme konusunda ısrarcıdır ve kendilerine bahaneler bulur.

Yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğu vahşi ve korkaktır. Sanırım bu iki kavram sürekli birbirini besliyor. Korktukça vahşileşiyoruz vahşileştikçe korkuyoruz. Ve yaptığımız her şey için ya bahaneler buluyoruz ya da günah çıkarma mekanizmaları geliştiriyoruz.

Hayvanlar aleminde tecavüzcü hayvan yok. Hiçbir hayvan diğerine işkence yapmıyor. Hiçbir hayvan diğerini organları için satmıyor. Yalnızca biz insanlar vahşiyiz belki de. Düşünebiliyoruz ve düşünebildiğimiz için bahaneler bulup bunların arkasına saklanabiliyoruz.

Düşünmek zahmetli ve zorlu bir yolculuktur. Sancılı bir süreçtir. Saklanmazsanız doğru ve iyi olmak zorunda hissedersiniz. Bu yolu seçerseniz kendinize uzanan bir yola çıkmışsınız demektir.

Düşünmemek ve size gösterilen, sizden istenen şekilde hareket etmek kolaydır. Ne yazık ki bu yolu seçen büyük bir kitleyle savaşıyoruz. Onların yol göstericileri, liderleri sürekli ne yapmaları gerektiğini söylüyor ve yönlendiriyor. “Şu insana kız, öfkelen, sevme” komutunu alanlar o kişiye, kavrama, inanca karşı öfke patlaması yaşıyor.

Bu şuursuzların korkaklıklarından dolayı sığındığı kitle yeri geldiği zaman yıkıcı bir güce dönüşebiliyor.

Kalabalık; insanları diri diri yakabiliyor. Kalabalık ne kadar büyük olursa doğruyu yaptığını sanma, doğru yerde durduğunu düşünme yanılgısı o kadar artıyor.

Otuz kişilik sınıfta yirmi beş kişinin zorunlu olan kitabı yoksa çok önemsemez bu yirmi beş kişi. Çünkü büyük bir kitlenin içindedir ve çoğunluk onlardadır. Bir gün kitabı olmayan öğrenci sayısı üç inerse bu üç öğrencinin içinde fırtınalar kopmaya başlar. Saklanmaya, göze batmamaya çalışırlar.

İnsan en kolay kendine benzeyenlerin arasında saklanır.