Son dönemde sıkça görüyorsunuzdur medya kanallarında bir dönem canhıraş bir biçimde savundukları fikirleri sanki onlar savunmamış gibi karşı tarafa geçip yerenleri. İnsan böyle bir durumda kalır da hiç utanmadan, yüzü kızarmadan hiç bir şey olmamış gibi yazıp, çizip, konuşmaya nasıl devam eder?

Hepimiz insanız; görüşlerimiz edindiğimiz yeni bilgilerle değişir ve gelişir. Eğer savunduğumuz düşüncede samimiysek, insani ölçüleri kaçırmamışsak yeniden amaçlarımızı güncelleyebiliriz. Tabi ki  öncesinde yakıp, yıkarak geçmemişsek o yollardan.

Öncesinde Fetö terör örgütüne övgüler düzenler hiçbir şey olmamış, hiçbir şey söylememiş gibi hayatlarına devam ediyorlar. Fetö terör örgütünün kurduğu kumpasla vatansever subaylar hapishanelerde çile çekerken ‘’onların eşleri ve kızları da maarif takvimine soyunsun’’ diyen kişi artık ne yapsa toplumun vicdanında temize çıkamaz. Son konuşmalarına dikkat ettiyseniz büyük bir endişe içinde iktidarın karşı tarafa geçmesinden korktuğunu fark etmişsinizdir. Sürekli ‘’Türk tipi başkanlık sisteminin’’ sakıncalarından ve değiştirilmesi gerektiğinden söz ediyor. Asıl korkusunun iktidarın karşı tarafa geçmesiyle yaptıklarından dolayı yargılanmaktan olduğu  açık seçik görülüyor.

Ne yazık ki uzun bir süredir bu tip insanların sesi daha gür çıkıyor. Saygı duyulan, sevilen, karşı görüşte de olsa tutarlı ve güvenilir kabul edilen isimlerin sayısı bu dönemde sanırım en düşük düzeye indi basınımızda. Liyakatsizlik her yeri sardı.

Sürekli televizyon kanallarına çıkarak tartışmaların gediklilerine dönüşen iki şahsın kameralar karşısında yaptıkları ‘’ben İngiltere’ye giderim’’ diyaloğu karşı tarafın ‘’ben İngilizce bilmiyorum ne yaparım oralarda?’’ sorusuyla devam etti.

Aslında hepsi biliyor yaptıkları yanlışları. Eskiden hırsızlar, dolandırıcılar suç işleyip yakalandıkları zaman kameralardan kaçıp yüzlerini saklarlardı. Çağımızın hırsızları arsız çıktı. Hiç utanmaları kalmadı, hiç utanmıyorlar.

Her dönemin, her hükümetin ‘’yalakası’’ bu günlerde gene gündemde.  Adam hiç utanmadan yalamaya devam ediyor. İnsan bütün bu olanları gördükçe yaşamı yeniden ve yeniden sorgulamaya başlıyor.

Ben bu insanları yaşam enerjimizi emen yaratıklar olarak görüyorum. Elimizde, avucumuzda, ruhumuzda, cebimizde ne varsa  emip bitiriyorlar. Onları gazete manşetlerinde gördükçe, televizyon ekranlarında gördükçe içimizde ne varsa çekiliyor. Her seferinde yorgun bir ruh kalıyor geriye.

Elbet bu günler geçecek. Bir gün gelecek bu kişilerin ne olduğunu yüzlerine haykıracağız. Hoş; tükürsek yüzlerine gene aldırmazlar ya.

İnsan hırsızın, yalakanın, dolandırıcının ‘’utanma’’ duygusu olanını ister mi? İşte çaresizlikten ancak böyle saçma dileklerimiz olabiliyor bu günlerde.

Tevfik Fikret’in hiç eskimeyen şiirinden bir bölümle bitirelim bu yazıyı;

Yiyin efendiler yiyin; bu can dirilten sofra sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını,

Varlığını, hayatını, umudunu, hayâlini,

Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını.

Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!

Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin, efendiler yiyin; bu cünbüşlü sofra sizin;

Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!