Yaşamın her evresinde aynı hızda akmıyor zaman. Çoğunlukla farkına varmıyoruz geçip giden dakikaların, saatlerin, günlerin. Büyüme telaşındayken ayrı akıyor zaman. Büyüdükçe değişiyor hızı. Bir gün geriye dönüp bakıyorsunuz ki elli yıl birden geçmiş.

Yaşama telaşı içinde ne günlerin farkında oluyoruz ne de akıp giden, tükenen ömrümüzün. Daha dün diplomanızı alıp okulunuzun kapısından çıkarak hayata karıştığınız o an bir sonraki bakışınızda kırk yıl öncesine rastlıyor. Aradaki o yıllarla ilgili büyük bir boşluk birikmiş. Nasıl geçmiş, nasıl akıp tüketmiş ömrünüzü farkına bile varmamışsınız.

Her gün yeni acılar, her gün yeni mutluluklar öğrenerek devam ediyoruz yaşamaya. Bir zamanlar annelerimiz vardı, babalarımız, teyzeler, amcalar, akrabalar, arkadaşlar. Kimi zamanlı kimi zamansız bırakıp gitmişler bizim hâlâ içinde debelendiğimiz dünyayı. Dönüp bakıyorsunuz arkanıza onlar bizi bırakıp gideli bile yıllar olmuş.

Bizi bırakıp gidenlerden bize en çok o gidenlere söyleyemediğimiz sözler kalıyor. O cümlelerin farkına varmanız için bile belki de yıllar geçmesi gerekiyor. Söylenmemiş sözler, eksik sarılmalar, özlemler, kırık kalpler biriktiriyor zaman.

Ömür dediğimiz aslında doğduğumuz günden bu cümleyi kurduğumuz anın tamamı değil mi? Belki de bazı cümlelerin noktasını koyamadan tamamlayacağız yolculuğumuzu.

Yaşama telaşı içinde geçip gitmiş oluyor günlerimizin çoğunluğu. O hızlı akışın içinde insan çok sorgulayamıyor zamanı ve yaşanmışlıkları. Ancak o telaş azaldıkça farkına varıyor ve kendini görmeye başlıyor insan. Hatta neler yaşadığını, nerede durduğunu bile çok sonra algılıyor. Zaman denen o ırmak bazen yavaş, bazen hızlı, bazen de kıpırtısız bir şekilde akıp giderken bizler suyun üzerinde kalmaya çalışıyoruz. Engeller de oluyor yolumuzun üstünde, sakin limanlar da. Kayalara, taşlara çarpa çarpa; yaralar biriktirerek kaderimiz bizi nereye sürüklerse oraya akıyoruz.

Acılarımızın, sevinçlerimizin, yaralarımızın toplamıyız. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz, geçmişimizle savaştığımız anlarımızı yani bu dünyaya küskünlüğümüzü bir gün biri elimizden tutarak avuçlarımıza bıraktığı sevdayla sonlandırıyor. Geçmişimizle barıştırıyor bizi. Farkına varıyorsunuz ki hayatınızdan minicik bir parçayı bile çıkarsanız o insanla karşılaşamayacaksınız. Bunu fark ettiğiniz anda barışıyorsunuz sizi üzen ne varsa.

Sevilmek hepimize iyi geliyor.

Sevilmek bu dünyadaki tüm canlıların ortak ihtiyacı. Sokakta karnını doyurduğunuz hayvanlar mamadan önce size kendini sevdirmek için kafasını uzatıyor. Belki de sevebildiğimiz kadar varız. Sevgimiz kadar yer kaplıyoruz akıp giden; yaşam dediğimiz o ırmağın içinde.

An ve an değişiyor bu akışın hızı. Aşkların, acıların, özlemlerin limanına uğruyor ömrümüz. Anılar dediğimiz limandan her yer, her şey görünüyor. Bizler akıp giderken bir gemi gibi hüzünlü; o geminin güvertesinden ayrıldığımız limanlarda bıraktığımız birileriyle göz göze geliyoruz. Birinin anılar limanında silik bir görüntü oluyoruz sonra. Bizim içimizde de silikleşiyor bazı görüntüler.

İnsanın ömrü kendine doğru akan bir yolculuk. Yolculuğun sonuna yaklaştıkça daha da iyi görmeye, anlamaya başlıyor kendini.

Hepimiz bir gün birilerinin anısı olacağız. İyi veya kötü, hüzünlü veya neşeli, birilerinin ayrılığı, birilerinin kavuşması, söyleyemediği sözcükleri olacağız. Bir süre onlarda devam edecek yolculuğumuz.

Zamanın bir yerinde bizleri anımsayan kimse kalmayacak. Ama zaman başkaları için akmaya devam edecek.

Bir varmış bir yokmuş diye diye silineceğiz.