Dünyanın baş belası…
Terörden en çok canı yanan, terörden en çok zarar gören ise Türkiye…
Hem içerideki hainler hem dışarıdaki düşmanlar ülkemizi zayıflatmak ve zarar vermek için her yolu deniyor…
Bundan sonra da ülkemizi karıştırmak için her türlü terör eylemine başvurmak isteyeceklerini aklı başındaki herkes tahmin edebiliyor.
Bu sebeple teröre karşı her türlü tedbiri almak, teröristlere nefes aldırmamak şarttır.
Ancak tedbir alıyormuş gibi yapmanın hiç kimseye faydası yok, aksine teröristleri daha da cesaretlendirir.
Birkaç gün önce teröristler İstiklal Caddesinde bomba patlattı.
Tedbir olarak; İstiklal Caddesinde stant ve sergi açılması, seyyar satış, kültürel etkinlik, sokak müzisyenliği ve hanutçuluk yasaklandı.
Bu mudur teröre karşı tedbir!
Hadi alınan tedbirlerin işe yaradığını varsayalım; İstiklal Caddesine çıkan ara sokaklar ve Beyoğlu’nun diğer caddeleri için ne düşündünüz?
İstanbul’un, hatta diğer vilayetlerin kalabalık cadde ve meydanları için hangi tedbiri aldınız?
Sadece İstiklal Caddesini korumak yetecek mi?
Normal vatandaşlar taksi bulamıyorken, bir terörist taksiye biniyor, birkaç kez İstiklal Caddesinde keşif yapıyor, sonra çantasına bombayı koyup İstiklal Caddesinde patlatıyor, yine çok rahatlıkla taksiyle kaçıyor…
Kimse farkına varamıyor; şimdi hanutçuluğu yasaklayarak mı terörü engelleyeceksiniz?
Terör saldırılarını engellemenin birinci yolu istihbarattır… Teröristlerin ne yapacağını önceden öğrenip enselerine binmektir.
Bunu sağlıklı yapabilmenin tek yolu da ülkenin sınırlarını güvenlik altına almaktır. Yol geçen hanı gibi kim olursa olsun isteyen ülkemize giremeyecek.
Ülkemize girmenin resmi bir yolu olmalı ve herkesin kaydı tutulmalı…
Zaten var demeyin, sınırlarımızın durumunu herkes biliyor.
“Uçun kuştan haberimiz var, sınırdan kuş uçsa biliyoruz” demekle sorun çözülmüyor.
Kuru lafla değil, gerçekten uçan kuştan da bilgi sahibi olmalı ki teröristler nefes alamasın.
Normal vatandaşlar bile iller arası seyahat ederken üç beş kez güvenlik kontrolünden geçtiği halde teröristler bu kadar rahat ülkenin bir ucundan diğer ucuna nasıl gidebiliyor?
Nerede hata yapılıyor, bunun iyi araştırılması lazım.
Çok önemli tedbirlerden biri de terör örgütlerinin mali kaynaklarını kesmektir.
Bunun için de uyuşturucu trafiğini durdurmalı, kaçak yollarla silah akışını engellemeli…
Para kaynağı kesilirse terör örgütlerinin eli ayağı dolanır.
Unutmayalım ki, terör örgütlerinin parası biterse terör de biter!
*****
Türkmen kefiyesi
Keyfiye, günümüzde daha çok bilinen adıyla Türkmen kefiyesi nedir?
Atalarımız Orta Asya’dan (Türkistan) Anadolu’ya göç başlattıklarında yolda önceden gidenlerin, sonradan gelenleri, sonradan gelenlerin önceden gidenleri tanıyabilmeleri için bir alamet-i farikanın yani bir işaretin olması gerektiği düşünülür.
Oğuz boyundan aksakallılar birbirlerinin yanına yaklaşmadan tanışabilmek için bir yaz günü çadırlarında oturup bu konuyu görüşürken hafiften yaz yağmuru yağıyor ve biraz sonra diniyor.
Yaz yağmurundan hemen sonra gökte bir gökkuşağı oluşuyor. Yaşlı aksakallılarımızdan birisi bunu fark ediyor ve “İşte parolamız bu renklerden oluşsun” diyor.
Çadırda bulunan ulu aksakallılar bu öneriyi kabul ediyorlar. Gökkuşağında bulunan renklerden kumaşlar dokuyarak, her rengin mana ve muhtevasını birlikte açıklıyorlar.
Keyfiye’de bulunan renklerin manası ise şöyle:
Beyaz renk: Duruluğu, sadeliği ve temizliği.
Yeşil renk: Ağaç dikme, ormanı ve çevreyi koruma, doğaya inancı.
Mor renk: Hoşgörüyü, affediciliği ve sevgiyi.
Kırmızı renk: Türklük ve bağımsızlığı.
Sarı renk: Devlet kurma, işi, bolluğu, bereketi, buğday başağını temsil ediyor.
Sonrasında Oğuz boylarının hatunları, bu renklerden oluşan kumaşları dokuyup, göç eden yiğit beylere teslim edilir.
Oğuz boyları, çadırlarının başına asarlar, Oğuz beyleri boyunlarında taşırlar.
Asırlardır süren göç müddetince, yolda birbirlerinin bu renklerden yapılan kefiyeleri omuzları üstünde örtülü gören kardeşler, karındaşlar karşılama ve buluşmadan haz duydukları için birbirlerine tanımaya vesile olan bu parolaya “Keyfiye” diyorlar.
(Alıntıdır)
*****
TEBESSÜM
Doktor
Doktor, ünlü bir ressam olan arkadaşının sergisini ziyarete gider. Ünlü ressam, son olarak yaptığı hasta bir adamın tablosunu doktor arkadaşına gösterip sorar:
- Söyle bakalım fikrin nedir?
Doktor tabloyu inceleyip cevap verir:
- Merak edilecek bir şey yok. Sadece üşütmüş, o kadar...
*****
GÜNÜN SÖZÜ
Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
Moliere