“Özgürlük amacınızı zihninizde sürekli tutun, ta ki zaten özgür olduğunuz, özgürlüğün uzak bir gelecekte ve acı verici çabalarla kazanılacak bir şey olmadığı, fakat onun her zaman sizin için, kullanmanız için hazır olduğu gerçeği içinize doğuncaya dek!“

Özgürleşme bir elde ediş, bir kazanma meselesi değil, bir cesaret meselesidir; özgür olduğunuza inanma ve ona göre davranma cesaretidir.

Farklılık sadece sözcüklerdedir. Gerçeklerden söz edeceksek eğer, onu gerçekdışı olmayan, mekânsız, zamansız, nedensiz, başlangıçsız, sonsuz diye tarif edebiliriz. Bir aydınlanışa götürdüğü müddetçe, ifade tarzının farklı olmasının önemi var mı?

O gitmeye devam ettiği sürece, sizin arabayı çekmeniz ya da itmeniz fark eder mi?

Bir an olur, gerçeğe çekim duyarsınız, bir başka zamanda ise sahte olanı reddeder, ondan uzaklaşırsınız; bunlar dönüşümlü olarak birbirlerini izleyen ruh halleridir; aslında mükemmel özgürlük için her ikisine de gereksinim vardır.

Siz yolun birine ya da diğerine girebilirsiniz, fakat her seferinde yol o anda en iyisi olandır; kuşku ve kararsızlıkla zamanı boşa harcamayın.

İnsanın büyümesi için gıda gereklidir, ama yemek yeme eylemi hep aynıdır. Kuramsal olarak bütün yaklaşımlar kusursuzdur. Fakat pratikte ve belirli bir anda, siz ancak tek bir yolda ilerlersiniz. Er ya da geç keşfedeceğiniz ise;

Gerçekten bulmak istediğiniz şey için tek bir yeri kazmak zorunda olduğunuzdur ; içinizi…

Kendinizi keşfetmeyi, kendiniz olmayı ve onunla birlikte gelen büyük huzuru size ne yazık ki bedeniniz ve zihniniz veremez.

Fiziksel ve zihinsel hiçbir şey size özgürlük veremez.

Aslında formül basittir; “Tutsaklığınızın kendi eseriniz olduğunu anlayıp da sizi bağlayan zincirleri perçinlemeye son verdiğiniz zaman, artık özgürsünüzdür.”

Özgürlük terk etmekten geçer. Sahiplenme ise tümüyle bağımlılıktır.

Eğer vazgeçme ve kabullenme gücüne sahip değilseniz, o zaman sahip olduklarınıza bakın. Sadece bakmanız onları yakıp bitirir. Eğer zihninizin dışında durabilirseniz, fark edeceksiniz ki sahiplendiklerinizin ve arzularınızın toptan reddi, yapılabilecek en akıllıca şeydir.

Dünyamızı biz yaratıyor, sonra da ondan şikayetçi oluyoruz. Farkında değiliz belki ama bencil olmak bizi zayıf düşürüyor.

“Eğer arzu etme gücüne ve cesaretine sahip olduğunuzu düşünüyorsanız, bu sizin deneyimsiz oluşunuzdandır.” der ve devam eder Maharaj,

“Bu hiç değişmez: arzulanan amaç, ona ulaşma aracını tahrip eder ve sonra kendisi de solar gider. Bu da çok faydalıdır, çünkü size zehirden sakınırcasına arzudan sakınmanızı öğretir. Uygulama yapmaya, herhangi bir vazgeçiş eylemine ihtiyaç yok. Sadece zihninizi ondan uzağa çevirin, yeter. Arzu zihnin bir fikir üstünde sabit tutulmasından ibarettir. Ona dikkatinizi vermeyi reddederek o takıntıdan sıyrılın. Arzu ya da korku neyle ilgili olursa olsun, üstünde durmayın. Deneyin ve kendiniz görün. Zaman zaman unutabilirsiniz, bunun önemi yok. Denemelerinize yeni baştan dönün, ta ki her arzunun ve her korkunun süpürülüp atılması otomatik bir hal alıncaya kadar. Tüm duygulara ve heyecanlara sahip olabilirsiniz fakat tepkilerden, kışkırtılmış duygulardan sakının. İnisiyatif ve yönetim tamamen içinizden gelsin, dıştan değil.”

Daha iyisini elde etmek için bir şeyi feda etmek aslında gerçek vazgeçiş değildir. Onu, değersizliğini gördüğünüz için terk edin. Vazgeçmekte devam ettikçe göreceksiniz ki zekâ, güç ve tükenmez sevgi ve sevinç yönünden kendiliğinden büyüyüp gelişmektesiniz.

Özgürlük demek, her şeyi bırakmak, koyvermek, talep etmemek demektir.

Bizler sahip olduklarımızı elden bırakmaya yanaşmayız. Burada kaçırdığımız şey, sonlu olanın sonsuz olanın bedeli olmasıdır. Tıpkı ölümün de ölümsüzlüğün bedeli oluşu gibi.

Her şeyin gitmesine hazır olmak, spiritüel olgunluğun belirtisidir. Vazgeçiş ise ilk adımdır. Fakat gerçek vazgeçiş, terk edilecek bir şeyin bulunmadığını, çünkü size ait hiçbir şeyin zaten bulunmadığını idrak ediştedir.

Bu derin uyku gibidir;

Uykuya daldığınız zaman yatağınızdan vazgeçmezsiniz, sadece onu unutursunuz.