Bayramiç’te şenlik vardı dün. İki arkadaşımla karşılaştık şenlik meydanında. Çay içtik. Sohbet ettik. Doğadan, ağaçlardan, sulardan konuşurken söz döndü dolaştı Işıklar Köyüne geldi. Hiç duymamışlar.

Işıklar köyü Bayramiç’e bağlı otuz dört haneli bir köymüş önceden. Bir tepenin üzerine; yaz kış akan minik bir derenin yanına kurulmuş. İnsanlar bırakmış gitmiş zamanın bir yerine bu köyü. Otuz dört hane bir başına kalmış, bir başına ve çaresiz. Uzun yıllar böyle devam etmiş yalnızlığı. Bir çok evin çatısı çökmüş; duvarları yıkılmış.

Işıklar Köyü köy niteliğini kaybedince Pıtıreli Köyü’nün mahallesi haline getirilmiş.

Bazı evlerin camları kırık pencerelerinde eski zaman masallarından kalma perdeler rüzgarla parçalanmış, güneşle solmuş kıpırdanmaya devam ediyor.

Kim bilir hangi öyküler yaşandı o evlerde, sokaklarda. Kimler askere uğurlandı o sokaklardan, kaç gelin geçti, kimler o eşiklerden girdi o evlerin içine? Düğünler, cenazeler, doğan çocuklar, sevinçler, acılar, ayrılıklar akıp gitmiştir o kapılardan dünya üstlerine kapanmadan önce.

Yüzümüzü okşayan rüzgarın altında oturup uzaktan gözüken on sekiz köyü ve Bayramiç’i seyrettik. Konuştuk, gülüştük. Ezberimizdeki şiirleri paylaştık; biraz da olsa kurtulduk bazı yüklerimizden Önümüzdeki yıllarda belki de yıllar sonra anımsayacağımız, tadını dimağlarımızda hissedeceğimiz bir anıyı yarattık beraber.

Uzun yıllar boş kalan köye önce cinayet suçuyla uzun süre hapis yatmış eski bir mahkum gelip yerleşmiş. Anlatılana göre uzun yıllar hapiste kalan Kadir Amca cezası bitip de serbest bırakılınca ben dışarıda yapamam beni hapishaneye geri alın diyerek yalvarmış hapishane kapısında; olmamış tabi. Siz yalnızlığı seçti deyin Kadir Amcaya ben ıssızlığı. Uzun yıllar Işıklar Köyünde tek başına yaşamış.

Hayatın cilvesi işte ya da ironisi; daha sonrasında emekli olan bir gardiyan da gelip yerleşmiş Işıklar Köyüne. Eski bir hükümlü, emekli bir gardiyan komşu olmuş terk edilmiş köyde. Otuz dört haneden iki hanenin ışığı yanmaya başlamış.

Belgesel konusu da olur bu komşuluk; sinema filmi de.

Yüzyıllar boyunca aka aka oyduğu kayalardan geçip giden minik akarsuyun kenarında, asırlık çınarların gölgesinde oturup yüzyıllardır akan çeşmenin buz gibi sularından içtik.

Zamanda yolculuk yaptık. Zamanda ve duyguda desek daha doğru olur. İçimizde çırpınan duygu denizinde bulduk kendimizi. Hüzünlü şarkılar geçti gözlerimizden. Üç kişi ayrı ayrı sustuk. Gün batımına kadar oradaydık.

Güneş batarken anladık ki Güneş her anına şahitlik etmişti orada yaşanan öykülerin. Her güne, her dakikaya, her saniyeye, her yağmur damlası, her kar tanesine.

Sanki bizler de oradayken yüzlerce yıllık yaşanmışlığı çektik içimize. Ruhlarımıza doldurduk nefeslerimizle.

Sonra güneş batmaya başladı. Uzaklarda bir yerde yağmur yağıyordu mutlaka. Belki de yağmasını diliyordum, o köyde kapanan son kapıyı düşünürken. Söylenen son şarkıyı. Çekilen son perdeyi. Dokunulan son ışık düğmesini.

Bizler de bırakıp gideceğiz her şeyi. Birilerinin anılarında olacağız. Sonra onlar da unutacak bizi ya da yanımıza gelecekler bizlerden kalan son izleri de toplayarak.

Bırakılıp gidilmiş evlere benzeyecek bizlerden kalan yalnızlıklar. Kıpırdanacak camlarımızda hayal meyal görüntülerimiz.

Sonrası sessizlik.

Yaşamak belki de birilerinin aklında olmaktır.