Birkaç gün içinde yaşamımda yeni bir evreye gireceğim. Yarın sabah emeklilik işlemlerime başlıyorum.
Zamanın nasıl akıp gittiğini fark edemiyoruz. Hiçbirimize aldırmadan geçip gidiyor. Tıpkı masallardaki gibi; az gittik uz gittik döndük baktık ki bir arpa boyu yol almışız. Belki de aldığımız yol bir arpa boyu bile değil.
Karmaşık duygular içindeyim. Sanki emekli oluyorum ama hiç büyümemiş gibiyim. Tabi ki biliyorum kaç yaşında olduğumu, ne kadar çalıştığımı ama sanki ruhum buna hiç inanmıyor.
Geride bıraktıklarımı özlüyor olabilir miyim? Yaşadıklarımdan eksik kalanlar mı var? Yoksa korkuyor muyum? Aklımda yüzlerce soru var; emeklilik kararını aldıktan sonra kafamda dönüp duruyorlar.
Aslında çalışmaktan ve yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Galiba tahmini olarak bana ayrılan zamanın son aşamasına girmiş bulunuyorum. Belki de bu son aşamayı düşünmek biraz burukluk yaratıyor içimde.
Doğduk, okullarımızı bitirdik, meslek sahibi olduk, evlendik, çocuklarımız oldu; hatta onlarda okullarını bitirip çoktan atıldılar hayata. Bunları düşündükçe yaşamadan yaşlanmış gibi hissediyorum kendimi.
Ailemizin büyüklerinden birkaç kişi kaldı. Kısa bir süre içinde galiba bir çoğumuz ailenin en büyüğü olarak adlandırılacağız. Bakalım önümüzdeki günler bize neler getirecek.
Yaşıtlarımla bazı konularda şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Bizler mahalledeki arkadaşlarımızla sokaklarda büyüyen son nesil olabiliriz. Bu konuda şanslıydık. Bunca çirkeflik yoktu. Okul ne kadar uzak olursa olsun çantamızı alır yürür giderdik. Günümüzde kapıdan ya servis alıyor çocukları ya da iki sokak ötedeki okula anneler bırakıyor. Oysa bizler yaz günlerinde gece yarılarına kadar mahalle arkadaşlarımızla sokaklarda oynardık. Günümüzde sokakta oynayan çocuk görüyor musunuz hiç.
Korku ve kaygı çağında yaşıyoruz artık.
İnsan yaşamının dönüm noktalarında mutlaka geçmişi, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, yarım kalanları düşünüyor. Yarım kalan ne varsa bilinmezlik orada yoğunlaşıyor. Acaba diyor insan; yarım kalmasaydı şimdi nerede olurdum?
Acılarımızın, sevinçlerimizin, ayrılıkların, hasretimizin toplamından oluşuyoruz. Zaman; yaşamın içinde bir heykeltraş gibi yontarak, parçalayarak, canımızı yakarak şekillendirdi bizleri. Bugüne kadar yaşadıklarımızdan hangisini çıkarsanız geriye kalan biz olmayız. Eğer kendimizle barışmayı başarmışsak yaşamın getirdiği acı ve tatlı ne varsa kabul etmişiz demektir.
İnsan kendisiyle, yaşadıklarıyla, ömrüyle barışmak zorunda. Barış olmazsa ölene kadar devam ediyor acı. Kendisiyle barış içinde olmayan kişiler sevmeyi de başaramıyor. Sevmek ki mutluluğun kapısıdır. Sevmeden mutlu olabilir mi insan?
İşte buradayım. Ömrüm; beni getirip emekliliğin kenarına bıraktı. Şimdi kenardan beni izliyor ne yapacağımı görmek için. Hemen söyleyeyim; duygu olarak birazcık karmaşa olacak içimde. Sormaya ve düşünmeye devam edeceğim.
Ama tekrar dönüp ömrüme yaşamaya devam edeceğim. Yazacağım. Bahçede çalışacağım. Oturup bir ağacın altına görmediğim ve bilmediğim kuşların şarkısını dinleyeceğim. Ağaçlarla, kedilerle, köpeklerle konuşmaya devam edeceğim.
Hoş geldin diyeceğim ömrümün yeni başlangıcına.
Hoş geldin.