İster ana, ister aba, ister ano, ister aney, isterseniz valide deyiniz; anne sevgisini yalnız bir günle sınırlayamazsınız. Varsın ellerin bir gün anneler günü olsun.
Biz her günümüzü analarımıza borçluyuz, Ama eskilerden iz aramak isterseniz, Sümerlere ulaşabilirsiniz. Matriyarkal (anaerkil) düzenin var olduğu, ilkçağlardan bu yana İştar, Kybele, Rhea gibi adlarla analık, doğurganlık niteliğinden söz edip, doğanın uyandığı bahar mevsimi ile eşleştirebilirsiniz.
Türk gelenek göreneklerinde ayrım yapılmadan anne ve baba sevgisi, Tanrı sevgisinin ardından, sevgilerin en kutsalı sayıla geldi. .
Dede Korkut hikayelerinde annenin oğula, oğulun anneye karşı sevgi ve bağlılık duyguları en büyük kahramanlıklar yaratır. Oğul, baba ve kardeşlerin bağlılıkları da kuvvetlidir, ama anne ile evlat arasındaki duygusu ön plânda gelir. Anne-çocuk arasındaki bağ, çocuğun toplumsal değer kazanmasında etkindir. Bu nedenle evlenmiş, çocuğu olmuş erkekler de annelerine karşı son derece bağlıdırlar.
Kadınının oğluna karşı duyduğu annelik hissini o kadar etkilidir ki ana sütü, Dede Korkut’un anlatımıyla. “ağ südün toya emzirse âna görkli”dir. Oğul yarasını iyi edecek, olan merhem, dağ çiçeği ile annesinin sütüdür.
Diğer yandan oğullar analarının namusunu korumak için canlarını feda etmeye hazırdır. Örnek verebiliriz:
Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Hikâyesinde Uruz’un annesinin namusunu koruma uğruna ölümü şöyle göze almıştı:
“Hey ana! Arap atların öldüğü yerde Bir tay ölemez mi? Kızıl develerin öldüğü yerde, Bir deve yavrusu ölemez mi? Akça koyunların öldüğü yerde Bir kuzucuk ölemez mi? Sen sağ ol kadın ana, babam sağ olsun Bir benim gibi oğul bulunmaz mı?”
Analarımızın, babalarımızın bizleri büyütmek için katlandıkları zorlukları, karşılıksız sevgilerini, acımızı acı, sevincimizi sevinç bilişlerini düşününce, onların değerini anlarız
Gözleri görmez âşık Veysel’in anası Gülizar, Sivrialan dolayında Ayıpınar merasında koyun sağmaya gitmiş, dönerken sancısı tutmuştu. Bir çalının dibinde doğurdu Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesti. Kuşağına sarıp, birçok Anadolu kadınının kaderini yaşayarak, yürüye yürüye köye dönmüştü.
O Veysel ki, anasına gönül borcunu şöyle anlatıyordu:
“Dokuz ay koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüttü anam
Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu anam
Doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu anam
Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklayıp okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu anam
Çocuğudum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı ön gördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti anam
Tükenmez borcum var anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi köylü kızı kimisi hanım
Ta ezel tarihte kayıtlı anam
Veysel der kopar mı analar bağı
Analar doğurmuş ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Okuttu öğretti büyüttü anam
Devir anlayışı içindeki ilahi nurun, cisimler âleminde manevi bir düzen içinde dört unsurdan geçerek insan-ı kâmil düzeyine ulaşması daha sonra Hakk'a dönmesini anlatan eserlere devriye deniliyor.
“…….
Anamın karnında bir zaman kaldım
Yedi derya geçtim ummana daldım.
Dokuz aylık yoldan sefere geldim,
Bir kapısız hana indirdin beni.
…….”
Çocuk büyür, her yaş aşamalarını yaşar, görünenden görünmeyene geçer, nesne ve oluşların dış yüzüne bakıp, onlardaki hikmeti kavramaya çalışır
Pek çok halk şairinin söylediği yaş destanlarında da anaların çocuklarına nasıl can ve kan olduğu anlatılır. Dadaloğlu, yaş destanında anadan doğuşu, şöyle anlatmış: “Bir yiğit de anasından doğunca / Kur'ağaçta bir dal bitmiş gib'olur / Yaşı varıp on beşine değince / Yükünü kumaştan tutmuş gib'olur..”
(Yarın devam edeceğim)