Çocukken hepimiz yaşamışızdır. Futbol oynarken, goldü değildi tartışması.

Malum o zaman kaleler yok, iki taş konulur, iki taşın arasından topu geçirirsen gol olurdu.

Ancak top her zaman iki taşın ortasından geçmezdi…

Top taşın hemen üstünden, yanından veya biraz havadan geçerse… Asıl kavga başlardı, bu gol, yok gol değil…

Genellikle de iki taraf anlaşamaz ve gol tartışması maçın sonunu getirirdi.

O zamanlar çocuktuk ve bunların hepsi birer oyundu.

Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki kavgayı görünce eski günler aklıma geldi.

Ne yazık ki, iki yüksek yargı organı arasındaki bu kavga çocuklarınki gibi masum ve zararsız değil, aksine yargıya atom bombası atılmış gibi tahribat yaptı, yapmaya da devam ediyor.

İki yüksek yargı organından biri diğerini görevini kötüye kullanmakla suçluyor, diğeri de Anayasa’yı çiğnemekle itham ediyor ve suç duyurusunda bulunacağını söylüyor.

Kavganın sebebi sanıldığı gibi milletvekili seçilen hapisteki Can Atalay değil, bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

Yüksek yargı organları arasında güç ve iktidar kavgası yaşanıyor…

Sen benim üstüm, amirim değilsin diye bir nevi meydan okuma var…

Görülüyor ki, kavga iki yüksek yargı organıyla sınırlı değil, taraftarları da çok. Toplum, daha doğrusu bu işten menfaat beklentisi içinde olanlar da safını belli etti, ediyor.

Yargı organları dışında, destek vermekten öte kavganın fitilini ateşleyenler, başka bir deyişle bir tarafa destek verenler, hatta kavgayı kızıştırmak için gaz verenler var.

Belli ki kavgadan siyasi raht devşirilmek isteniyor, birileri bir hesap yapmış, oyunu planlamış ve oyuncuları da sahaya sürmüş…

İstediklerini alana kadar da kavgayı, daha açık ifade ile oyunu sürdürecekler gibi görülüyor.

Yargıtay adli yargılamanın en üst yargı organı… Adli yargılamanın son mercii…

Anayasa Mahkemesi, kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlemenin dışında bireysel başvuruları inceleyen, adli ve idari yargılamada hak ihlali olup olmadığına karar veren tek ve son yargı mercii.

Anayasa Mahkemesi, en üst adli yargı mercii olan Yargıtay’ı görevini kötüye kullanmakla suçluyor.

Yargıtay da Anayasa Mahkemesini Anayasayı ihlal etmekle suçluyor ve suç duyurusunda bulunuyor.

İki yüksek yargı organı birbirine güvenmiyorsa, birbirlerine bu kadar ağır ithamlarda bulunuyor ve birbirlerini suçluyorsa…

Vatandaş kime güvenecek?

Yargıtay’ın veya Anayasa Mahkemesinin bugüne kadar verdiği veya bundan sonra vereceği kararlar ne kadar adil ve hukuki olursa olsun nasıl güveneceğiz, nasıl inanacağız?

Birilerinin gizli planları ve güç savaşları yargıyı bitirdi.

Yargıda güven dibe vurmuştu. An itibariyle güvenin zerresi kalmadı…

Tuz koktu dedikleri bu olsa gerek…

****

Liyakat budur

Behiç Erkin… İstanbul doğumluydu. Mustafa Kemal’den beş yaş büyüktü.

Kurmay subaydı. Lojistik dehasıydı.

Çanakkale’ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı. Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu’ya geçti, milli mücadeleye katıldı.

Anadolu’ya geçtiği gün, Mustafa Kemal çağırdı; “Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin, mühimmatın, erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun. Demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi.

Behiç Erkin, Mustafa Kemal’i yanıltmadı.

“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömdü. Kurtuluş Savaşından sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın kurucusu ve ilk genel müdürü oldu.

O yokluk döneminde memleketin demir ağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu.
İşletme dilini Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdi. Demiryolları müzesi kurdu.

Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan Mühendis Mektebine özerklik kazandırdı.

Milletvekilliği yaptı, bakanlık yaptı, büyükelçilik yaptı.

Kurtuluş Savaşının en kritik günlerinde, Mustafa Kemal acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti.

“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.

Behiç Erkin derhal cevap telgrafı gönderdi.

“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz. Emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi.

Mustafa Kemal’den tekrar telgraf geldi:

“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”

İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç’e Erkin soyadı verildi.

Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç’e gönderdiği mektupta, Erkin’in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”

(Alıntıdır)
***

TEBESSÜM

Kurşun

Avukat Temel, cinayet sanığını savunmaktadır.

- Müvekkilim masumdur Hâkim bey. Cinayet kaza ile olmuştur.

- Kaza olur mu? Sanık maktule tam 6 kurşun sıkmış.

- Hâkim bey, müvekkilimin kulakları az işitir de!

****

 GÜNÜN SÖZÜ

Muhafızların muhafızlığını kim yapacak?

Juvenal