Dünkü yazımda Şukûfe Nihal’in biyografi özetini vermiştim. Bu özetin de bir özetini yapmak mümkün olsaydı, yetmiş yedi yıllık bir ömre ilişkin birkaç satırbaşı
notu çıkarabilirdim: Kültürlü bir ailede dünyaya geliş. Abdülhamit dönemimde çocukluğunu yaşaması. Meşrutiyet döneminde genç kızlığına ulaşması. Modernleşme doğrultusunda bir kimlik arayışı. İki kez mutsuz evlilik. Halesine kapılmış ve kendisine aşık dönemin ünlü erkekleri. Bu erkeklerin sevgisine karşılık verememiş mutsuz bir kadın. Bir tarafta duygu yüklü iç dünyası, diğer tarafta idealizm yüklü millî duygularını anlatan şiirler ve romanlar yazan bir kadın yazarın; tam bir yalnızlık ve unutulmuşluk içinde son bulan acıklı öyküsü.

Şukûfe Nihal’in şiirini içerik açısından üç başlık altında ele alabiliriz. Romantizm, milli duyguların anlatımı, sosyal realizm. Romanları ferdi ve sosyal konulu olmak üzere iki içerik başlığında ele alınabilir. Romanlarındaki temaları, kendi ’ben’i, kadın duyarlılığı, aşk, kaçma duygusu, İstiklal Savaşı ve alafranga hayatın tenkidi olarak sınıflayabiliriz. Gezi kitaplarının ilkinde Grigori Petrof’un Beyaz Zambaklar Memleketinde isimli eserinden etkilenerek gittiği Finlandiya ile ilgili izlenimleri yer almaktaydı. İkinci kitabı, Batı Anadolu’ya yaptığı bir gezinin izlenimlerini içeren “Domaniç Dağlarının Yolcusu”ydu. Şukûfe Nihal’in şiirlerinde Tevfik Fikret’in ve Beş Hececiler’in etkisi vardı. Şukûfe Nihal, vatan sevgisiyle dolu bir idealistti. Beş Hececiler gibi Anadolu’nun folklorundan yararlanmış ve Anadolu’yla ilgilenmişti. Öte yandan, Şukûfe Nihal’in şiirlerinde “gelenekçi” ve “modern” olmak üzere iki kimlik arasında bocalayan, sıkışan ve bunalan “kadın sesi”ni duymak mümkündü. Ekonomik ve üretkenlik açılarından kadının çalışmasının önemini vurgulamıştı. Bununla birlikte öncelikle “annelik”, “eşlik” ve “ev kadınlığı” görevini yerine getirmesini beklemişti.

Toplumun problemlerine duyarsız davranan ve süsten başka bir şey düşünmeyen “umursamaz kadın”ı yermiş, çalışkan ve ezilmiş olan “Anadolu kadını”nı yüceltmişti. Çünkü Anadolu kadını çocuğuna ve eşine karşı görevlerini yerine getirdiği gibi evinde ve tarlasında da çalışmaktaydı. Şukûfe Nihal, mitolojiyi çok iyi biliyor, yorumluyor ve şiirleriyle bağdaştırabiliyordu. Şukûfe Nihal yetmiş yedi yıl süren ömründe sanat ve kültür hayatımıza birçok katkılarda bulunmuştu. Ancak yasadığı talihsiz hayat ve içli mizacı onu son yıllarında daha çok sızlanışların şairi ve yazarı yapmıştı. Oysa o, Cumhuriyet yıllarının idealist bir kadın yazar olarak anılmalıydı. Ne yazık ki, bu büyük şair ve yazarımız gerçek edebi ve fikri kişiliğiyle değil, etrafında pervane olan âşıklarıyla anılmıştı. Günümüzde de öyle anılıyor. Arkadaşlarının anlattığına göre, hemen her görenin âşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. “Güzel” denemezdi. Gözleri çukurda ve ufaktı. Boyu hiç uzun, beden çizgileri alımlı değildi. Ama zarifti, her zaman bakımlı ve şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan bu durumuydu. Ayrıca o sıralar, cemiyet hayatında ve sanat ortamlarında “hayran olunacak kadın” sayısı da çok değildi. Şukûfe Nihal’e âşık olanlar arasında kimler yoktu ki, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer ve daha niceleri. Ama biri var ki, onun aşkı pek çok romana konu olan gerçek bir aşktı ve Şukûfe Nihal’i içten etkilemişti. O kişi Osman Fahri’ydi. Yazımın sonunda Şuküfe Nihal’in bir şirini aktarmak istiyorum:

İNANMA

Güldümse inanma, bil ki bu
gülüş
Güldüğüm sabahın bir
rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz
yasıdır.
Hangi kudret var ki solan
ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık
versin
Söner gün geçince bu hain
humma
Ağlar mıyım başka acıyla
dersin?
Bir salgın alevsin içimde
bugün
Yakmaya en sönmez yerden
başladın
Eriyip sönersem ancak
büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu
kadın..