Suriye, devlet olduğu günden bu yana hiç "özgür" olmadı, hiç "demokrat" olmadı, hiç "tam bağımsız" da olmadı. Tıpkı, diğer Ortadoğu'da oluşturulan "kabile devletleri" gibi..

403 yıl Osmanlı egemenliğinde kaldıktan sonra 1. Dünya Savaşı'nın ardından 1920'de Fransız sömürgesi olmuştur Suriye. 26 yıl Fransız hakimiyeti altında kalmış, 2. Dünya Savaşı'nın çökerttiği Fransa'dan bağımsızlığını ilan etmiştir.

İki kutuplu dünyada, Batı'ya karşı bağımsızlık veren Suriye, doğal olarak Sovyetlerle yakınlaşmış, 1968 yılında Baas Partisi'nin yönetimine girmiştir. Baas Partisi, (Arapça Hizbul-Ba'ath), Arap ulusunun tek bir sosyalist devlette birleşmesini amaçlayan siyasal milliyetçi sol ideolojiye sahipti ve Irak'ta da aynı dönemde iktidarı ele geçirmişti. Parti, Arap dünyasında birlik (Vahdet), özgürlük ve 'iştirakiye' kelimesiyle tanımlayarak sosyalizmi gerçekleştirme hedefindeydi.

Doğal olarak tüm "demir perde" ülkeleri gibi, tek bir merkezi otorite vardı Suriye'de ve o otoriteyle iyi geçinen halk "mutlu", diğerleri ise "mutsuz"du. Zaten bütün diktatöryal rejimlerde "otoriteye yakın" olanlar ile "karşısında" olanlar arasında böyle derin bir uçurum yok mudur?

Suriye, Osmanlı'nın özelliklerinden birisini yansıtan ve içerisinde çok sayıda etnik ve mezhebi grubu taşıyan bir devlet. Devletin başında Aleviliğin veya Şiiliğin bir kolu olan Nasrani Esad ailesi olunca, devletin de kimliği olarak Nasranilik kabul ediliyordu.

* * *

Bugün Suriye'de yaşanan iç savaş, o yüzden "rejim muhaliflerinin demokrasi savaşı" değil, "mezhep savaşı" kılığına büründü. Esad'ı hedef alanlar "diktatörlüğü"nün yanına Nasrani kimliğini eklediği, muhaliflerin de karşısına tek bir mezhebin "savaşçıları" olarak çıkmasıyla kimlik değiştirdi bu savaş.

ABD, Rusya'nın eskiden Sovyetler Birliği'nin söz sahibi olduğu toprakların bölgedeki son temsilcisi Suriye'de rejimi değiştirmek için kullandı "mezhep" kimliğini, Şam yönetimi de ayakta kalabilmek için...

ABD, bir mezhep etrafında toplanmasını sağladı "muhalif savaşçı" grupların ve bunun için de bölgedeki birçok ülkeyle "karanlık" işbirlikleri kurdu. İşin içerisine İran da dahil oldu mezhep kimliğiyle. Rusya da "Suriye, Akdeniz kıyısındaki son kalem, size yedirmem" diyerek tüm gücüyle abandı bölgeye. İşte o yüzden, Irak'taki, Libya'daki kadar "kolay" ve "çabuk sonuçlanmadı" adına Arap baharı denilen bu vekalet savaşı.

ABD ve müttefiklerinin vekilleri, Halep'te ellerinde tuttukları bölgede Rusya, İran ve Şam yönetimine teslim olmak zorunda kaldı. Faturayı, Halep halkı ödedi, Halep'in kadınları, çocukları, yaşlıları ödedi...

Halep, Kerbela'dan bu güne kadar akan kanın da simgesi oldu. Suriye iç savaşından bu yana katliamların, vahşetin yaşandığı Halep'te kalmayacak bu savaş. İdlib'de ve Suriye'nin diğer şehirlerinde devam edecek. Gerek ABD'de, gerekse küresel ölçekte değişen dengeler, Suriye iç savaşının da seyrini değiştirecek elbette. Hiç bir diktatör yıkılmaz değildir, Esad da yıkılacak bir gün...

* * *

Fakat, bu arada Suriye'deki savaşı Türkiye'ye taşımak isteyenler var. Suriye'de "vekalet" verdikleri savaşçıların Türkiye uzantılarını türetmek için ekonomik, lojistik ve askeri destek veren güçler var. Mezhep savaşının Türkiye'ye taşınmasıyla ulaşmak istiyorlar asıl amaçlarına...

Türkiye'de bunun alt yapısını hazırlamak için yıllar öncesinden "demo" uygulamalar da yapıldı. Kahramanmaraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta... Psikolojik alt yapı çalışmasıydı onların hepsi.

Bugün de, akademisyen kimliği taşıyan bir kişinin çıkıp sosyal medyadan mezhep kışkırtması yapması, Adana'da Valilik tarafından Alevi köylerine "DAEŞ saldırısı olabilir" uyarısı yapıldığı iddiası, bir grup terör örgütü yandaşının öldürülen bir militanı anmak için Esenyurt Kıraç'ta Cemevi bahçesinde toplanmak istemesi, Halep için yapılan bir protesto gösterisinde mezhepçi savaş çığlıklarının atılması...

Büyük Ortadoğu Projesi'yle "sınırlarını yeniden çizeceği ülkeler" arasında sayılan Türkiye'nin, Suriye, Irak, Libya gibi olmasının tek yolu mezhep savaşı çünkü...

Kim bugün bir mezhebe karşı "düşmanlık" söylemiyle karşınıza çıkıyor ve din adına insanları kışkırtıyorsa, bilin ki o emperyalizmin kuklasıdır, karanlık savaşın "takkeli" şövalyesidir...

Ve kim ki, bir mezhebe karşı geçmişte oynanmış oyunları hatırlatıp, "tekrarlanacak, hazır olalım" diyorsa, onlar da o camia için en tehlikeli tiplerdir...

İşte bu yüzden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Bizim Şiilik diye bir dinimiz yok. Bizim Sünnilik diye bir dinimiz de yok" sözleri, bugünlerde daha büyük anlam kazanıyor.

İki mezhebin tek kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de "Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın, haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir can kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur" ayetine uyup, "öldürmek" değil, bütün insanlığı kurtaranlardan olma yarışında yer alalım.