Ortadoğu'da 11 Eylül 2001'den itibaren başlayan "yeniden şekillendirme" operasyonu, Obama döneminde şekil değiştirmiş, ABD askerleri Irak'tan çekilmişti. İran'la nükleer silah anlaşması imzalanmış, ambargo kaldırılmış, İsrail'in şımarıklıklarına karşı Beyaz Saray'dan kulağa hoş gelen çıkışlar gelmişti.

Trump dönemi, tüm geçmiş ABD politikalarının ve stratejilerinin rafa kaldırıldığını göstererek başladı. Trump, kendisinden önceki ABD başkanlarından farklı olarak, okyanus ötesine ilk gezisini "üç dinin merkezi" olarak tanıdığını deklare etmek için Suudi Arabistan, İsrail ve Vatikan'a gerçekleştirdi. Trump'un Kudüs şokunu yaşattığı Ulusal Güvenlik Belgesi iyi incelendiğinde, çok köklü bir değişime gittiği hemen fark ediliyor. 

George Bush Jr. ve Barack Obama'nın görev süreleri sırasında, Ulusal Güvenlik Stratejilerini tanımlayan belgeler ABD'nin dünyanın tek süper gücü olduğu ilkesine dayanıyordu. Amiral Arthur Cebrowski tarafından savunulan "sonsuz savaş" teorisi gereği, Büyük Ortadoğu ile başlayan süreçte hedef bölgelerdeki devlet otoritelerini yok etmekti hedef. Irak'ta, Libya'da ve Suriye'de böyle oldu. Yemen ve diğer uzak bölgeleri ise saymaya gerek yok.

Trump, Ulusal Güvenlik Belgesi'nin girişinde rejim değişiklikleri ve dünya demokratik devrimi fikrine karşı çıkarak farkını gösterdi. Ama ABD ve dünyada çok etkin bir mekanizmanın temsilcisi olan Henry Kissinger'in "egemen uluslar" fikri üzerine kurulan klasik realpolitiği teyit etti. Trump, "ABD ulusunun çıkarlarını korumak" üzerine kurdu stratejisini. Amerikan halkının ekonomik refahını artırmayı önceliğine koydu.

Ortadoğu'da yeni bir projeyi yürürlüğe koydu Başkan Trump. Obama döneminde ABD'den uzaklaştırılan Türkiye'nin karar vericilerini şok eden bir projeydi bu. Trump'a çok bel bağlamış ve yumurtaları tek sepete koymuş olmanın getirdiği bir şok.

* * * 

Trump, yeni stratejisinin işaret fişeğini Riyad'daki Kraliyet Sarayı'nda içinden ışık saçan bir dünya küresi fotoğrafı ve kılıç dansıyla yapmıştı. Lawrence'nin "çöl haramisi"yken Osmanlı'ya ihaneti krallıkla ödüllendirdiği bedevi aşiretleri yeni döneme hemen ayak uydurdu ve rollerini oynamaya başladı. Vahhabi çetesiyle birlikte ABD'nin emir-komuta merkezine biat etmeyen Katar'ı hedef aldılar. Dolayısıyla Türkiye'yi de...

Kudüs kararını, Vahhabi çetesini teslim aldıktan, Riyad'daki kraliyet sarayından tek bir "çatlak ses" çıkmasını önleyecek "darbe"den sonra aldı Trump. Türkiye, Kudüs kararına karşı dönem başkanlığını yaptığı İslâm İşbirliği Teşkilatı'nda ve ardından Birleşmiş Milletler'de önemli kazanımların öncülüğünü yaptı. Ama aynı dönemde, bu başarının Arap aleminde "sempati" uyandırmasını önleyecek "psikolojik savaş" adımını bir twitle attı ABD. 

Vahhabi çetesinin ikinci önemli figürü Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dışişleri Bakanı'nın içinde "hırsız" ve "Erdoğan" sözcüğü geçen sosyal medya mesajını paylaşmasından söz ediyorum elbette.

İslâm'ın kutsal şehirlerinden Medine'nin ve ebedi kıblegâhı Kâbe-i Muazzama'nın İngilizler'in (diğer bir deyişle Müslüman olmayanların) eline geçmesine karşı kahramanca bir direniş gösteren Fahreddin Türkkan Paşa'yı "hırsız" ilan eden anlayış hortlatıldı. Lawrence'nin "paralel İslâm"ı Vahhabiliğe dikta ettiği ve kurumsallaştırdığı "tarih anlayışı" böylelikle yeniden gündeme geldi.

Bu çıkış, Lawrence'nin ektiği ve bölgeyi bir sarmaşık gibi kuşatan "Osmanlı düşmanlığı" tohumlarını yeniden filizlendirdi. Bunun en net örneğini, önceki gece Suudi Arabistan televizyonunda yayınlanan bir tartışma programında gördük. Osmanlı'ya, Türklere söylenmedik söz bırakılmadı, edilmedik hakaret kalmadı...

Lawrence'nin propaganda argümanlarının sıralandığı tartışma programı tek bir realiteyi koydu ortaya: Hilafet kurumu, daha Osmanlı İmparatorluğu yıkılmadan önce Arap dünyasında yıkılmış, yerle yeksan olmuş...

* * *

Trump, Ortadoğu stratejisini ABD'nin resmi kurumları aracılığıyla yürütmüyor. Damadı Jared Kushner'e emanet etti Ortadoğu'yu Trump. İsrail-Arap sorununu çözmekle tam yetkili olarak çalışmalar yapıyor. "Yetkili" diyoruz ama Beyaz Saray'da secret-defence akreditasyonu elde etmeden direk Trump tarafından verilmiş bir yetkiyle çalışıyor damat Kushner. 

Trump, ilk olarak seçim kampanyasını yönetme işini vermişti damadına ve buradaki başarısını Ortadoğu'da da göstereceğine inanıyor. Jared Kushner'in yönettiği seçim kampanyasında Ruslarla "gizli işbirliği" yapıldığı suçlaması ise halen soruşturma konusu. Kushner'in "resmi partneri" ise İslâm'ı ve İslâmcı organizasyonları yeniden şekillendirme tezini savunan General Michael Flynn'di. "Rusya'yla işbirliği" işi Flynn'in üzerine kaldı. Trump yönetiminde etkin olacağı inancıyla Flynn'le karmaşık ilişkiler kuranları da korkutan bir soruşturma yürütüyor ABD yargısı. Damat Kushner bu dosyalarda yer almıyor.

Jared Kushner, Trump'un kendisine verdiği Ortadoğu görevini yerine getirmek için diplomatik görüşmeler yapıyor ama bunlar "resmi" olmadığı için tutanak altına alınmıyor. On ay boyunca damat Jared Kushner, Suudi Arabistan ve İsrail'e çok sık ziyaretlerde bulundu. 

Damat Kushner, önce Suudi Arabistan'daki saray darbesini organize ederek "akranı" ve "ahbabı"nı Veliaht Prens yaptıktan sonra tek yetkili haline getirdi. Diğer prensler ise her şeylerini kaybetti.

Fahreddin Paşa'ya ve Erdoğan'a "hırsızlık" ithamında bulunan Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed de, Trump'un Yahudi damadı Jared Kushner'in çok yakın dostu. Hatta Suud'un yeni veliahtı Muhammed bin Selman'ı, Kushner'le tanıştıran da Abdullah bin Zayed...

Bilmem anlatabildim mi?